7 Ağustos 2012 Salı

Uçsuz Bucaksız

Vadide kaybolmuştu. Kaç gündür aç susuzdu. Hayatta olduğuna dair tek kanıt o küçücük çukurun dibinden gördüğü kimi zaman aydınlık, umut verici; kimi zaman karanlık ve ürkütücü olan gökyüzüydü. Buraya hiç gelmemeliydi. Şehrin keşmekeşinden kaçarken ormanın korkutucu sakinliğinde ölümü bekliyordu şimdi. Tek istediği son zamanlarda yaşadığı şeyleri unutabilmek, biraz olsun kafasını dağıtabilmekti. Şimdiyse hiç ummadığı bir şekilde ölüm kalım savaşı veriyordu. Zamanında vazgeçmeyi denediği hayatına vargücüyle, sıkı sıkı tutunuyordu. Durumunun umutsuzluğunun farkındaydı. Onu burada bulmaları neredeyse imkansızdı. Yine de üç gündür sürekli bu delikten kurtulmayı deniyor, güçsüz kalıp baygın düşene dek çabalıyordu. Kelebekler Vadisi 'ydi burası. Bir günlük ömrü olan canlıların olduğu bir yerde üç gün hayatta kalmış olması mucize gibi geliyordu ona. Büyü bozulmuştu işte. Hayat güzeldi, hayat her şeye rağmen çok güzeldi. Hayatının gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmesi saçmalığını bu çukura düştüğü daha ilk anda yaşamıştı. Yalnızdı. Yapayalnız ölecekti. Arkasında hiç bir özleyeni, üzüleni olmadan göçüp gidecekti bu dünyadan. En çok da "onun" tepkisini merak ediyordu. Yaptıklarına pişman olur muydu acaba? Ölümüne üzülür müydü? Akşam bastırınca bunları düşünüyor, yattığı çamurlu yerden kapkara olan gökyüzüne bakarken yanından geçip giden böceklerin sesini duymamaya çalışıyordu. Hayatı boyunca sağduyulu biri olmuştu, kontrolü hep elinde tutmuştu. Şimdiyse hareket etmekten aciz, tuvaletini bile altına yapmak zorunda olan biriydi. Neredeydi o büyük özgüven, kendinden eminlik? İğrendiği canlılarla beraberdi şimdi, onlara muhtaçtı hatta. Yalnızlığını onlarla paylaşıyor, ortak bir kadere imza atıyordu. Bunu hakedecek ne yaptığını düşündü durdu. Hep o şişko tıknaz kadın yüzündendi. Onu lafa tutmuş, gruptan ayrılmalarına sonra da yollarını kaybetmelerine yol açmıştı. Salak sonra da kaçıp gitmişti işte! Anlattığı şeyleri dinlememişti bile. Kim bilir hangi saçmalıklar yüzünden düşmüştü bu lanet olası yere.
Beşinci günün sonunda sefil bir şekilde kılını bile kıpırdatamaz haldeydi. Çaresizlikten kendi tuvaletini içmiş; yemek için böcekleri, tırtılları nafile bir çabayla yakalamaya çalışmıştı. Şu anda her şey bitmişti. Yolun sonu gelmişti. Yattığı yerden gözleri kapalı vaziyette son defa "onu" düşündü. Bütün kasları sanki kemiriliyormuş gibi ağrıyordu. İnsanın kendini yiyip bitirmesi böyle bir histi herhalde. Kolunda bir kımıltı hissedip gözlerini açtı. Tam orada dünyanın en güzel kelebeği duruyordu. Pembe, mor ve turkuaz renklerle bezeli kanatlarını narin ve hafifçe sallıyordu. "Beni götürmeye geldi" diye düşündü. "Bir günlük ömür biçilen bu dünyada fazla bile kaldın" dercesine.. Kelebek kanatlanıp uçtuğunda içindeki kemirilme hissi de yok olmuştu. Artık o sefil çukurdan çok çok uzaklarda, belki de o kelebeğin yanındaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder