9 Ağustos 2012 Perşembe

Direnç

Düşününce daha önce üstünde durmadığı detayları sonradan fark ediyor insan. Aslında en başından ondaki tuhaflığı anlayabilirdim. Her yerde karşıma çıkmasından, yüzünün çok tanıdık gelmesinden, sanki beni benden daha iyi tanıyormuş gibi konuşmasından anlamalıydım. Ama görmek istememiştim. Kibarlığı ve düşünceli tavırları beni kör etmişti. O tavırların, hasta bir beyni gizlemek için sadece ucuz bir paravandan ibaret olduğunu nereden bilebilirdim ki? Onun elindeki tutsaklığımın 157. günü. Hepsi gözümün açılmaya başladığı ve ona "Bitti artık gidiyorum."  dediğim gece başladı. O güne tekrar dönmek yaşadığım acılardan daha zor. Yine de bu manyaklığın içinden kurtulacağım gün geldiğinde olup biten her şeyi herkesin öğrenmesini istiyorum. Ona bitti dediğimde yıldönümümüzden bir hafta önceydi. Sonrasında tek hatırladığım ağzıma takılmış kancalarla, kollarım ve bacaklarım kalın kemerlerle bağlanıp yattığım dişçi koltuğuna benzer koltuğa sabitlenmiş şekilde olduğum. Kaç saat olduğunu bilmiyordum. Kaç saattir tuvalete gitmediğimi ya da kaç saattir su içmediğimi de. Hatırladığım en son şey evimde geçirdiğim son geceydi. Gerisi karanlık, boşluk. Geri gelir diye korkuyordum. Alnımdan soğuk terler boşalıyordu. Kımıldayamıyordum, ses çıkaramıyordum hatta nefes alamıyordum. Etrafta lastik, nem ve ayakkabı boyası kokusu vardı. Genzim yanıyor, midem bulanıyordu. Aynı onun suratını gördüğümde olduğu gibi. Bana yaptıklarından sonra artık sadece midemi bulandırıyor. Beni aramaya başlamışlar mıdır diye düşündüm. 24 saati geçmişse neden olmasın? Nerede olduğuma dair en ufak bir tahminim yoktu. İnsanın bir yıl boyunca beraber yaşadığı kişiyi tanıyamamış olması ne korkunç. Şimdi canice hazırladığı planının kurbanıydım. Dehşetle karanlığın içinden bana yaklaştığını fark ettim. Üzerinde o iğrenç kanlı gömlek vardı yine. Kokusu midemi bulandırıyordu. Kim bilir benim gibi kaç kişiyi daha böyle kurban etmişti burada. Karnıma kramplar girmeye başlamıştı. Sakin olmamı söyledi. Alnımı öptü tiksinç dudaklarıyla. Elindeki şırıngayı hayal meyal fark ettim. İçinde yeşil bir sıvı vardı. Karnıma sapladı bir anda. Birkaç dakika sonra karnımdaki dayanılmaz kramplarla baş etmeye çalışıyordum. Kancalarla açık tuttuğu ağzımdan içeri iğrenç böcekler sokmaya başlamıştı. Boğazımın tıkandığını hissettim. Nefes alamıyordum, ciğerlerim yanıyordu. Daha sonra başucuma bir sandalye çekti ve koluma bir serum bağladı. Serumun içinde ne vardı bilmiyorum ama hayatımda hiç bu kadar acı çekmemiştim. Sanki daha fazla acı çekmem için beni uyanık tutmaya çalışıyordu. Vücudumun lime lime olduğunu parçalara ayrıldığını hissediyordum. Beni doğradığından emindim artık. Ama göz ucuyla baktığımda hiçbir yerimde herhangi bir kesik yoktu. Derken bir anda gözlerim karardı. Daha fazla dayanamayıp ağrı şokuna girmiş olmalıydım. Uyandığımda ağzımda bir ıslaklık hissettim. Önce bana acıyıp su içirdiğini düşündüm ama bu ıslaklığın kendi kanım olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kancalar hareket etmeye başlamış, dudaklarımı kenarlarından çekerek parçalıyordu. Bağırmak anlamsızdı, debelenmek de.. Üzerinde yatmakta olduğum koltuk yavaşça hareket etmeye başladı. Giderek yukarı kalkıyordu. Koltuk ilerledikçe kancalar yüzümü parçalamaya başladı. Daha fazla dayanma gücüm kalmamıştı artık. Ölmek istiyordum. Ölmeyi en derin şekilde arzuluyordum. Yaşasam da ne için yaşayacaktım ki? Olmayan bir ağız, parçalanmış bir surat ve delik deşik olmuş bir karın için mi? Dahası ben ölene kadar bana neler yapacağını bilmiyordum. Bu sadece başlangıç olabilirdi. Dizlerimin sanki yerinden çıkmışçasına çıtırdamasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Kaçmayı zaten hayal bile edemiyordum. Bu iğrenç mekanizmadan kurtulsam bile kırık dizlerle ayağa kalkmak ve bu korkunç acıya dayanmak imkansız olurdu. Artık hiç bir uzvumu hissetmiyordum. Bilincim yarı kapalıydı. Loş odada suratıma eğildiğini fark ettim. "İşte asıl şimdi bitti." dedi ve sonunda kendimden geçtim. Gözümü açtığımda yatağımdaydım. Üstelik bana sarılan bir el korkudan sıçramama neden oldu. Bu oydu. "Sakin ol" dedi "Sadece kabustu, geçti." İnanamıyordum. Her şey o kadar gerçekti ki o korkunç anların sadece uykumda beynimin bana oynadığı bir oyun olduğuna inanamıyordum. Yine de biraz daha sakinleşmiştim. Yataktan kalktım ve banyoya yöneldim. Acıyla dizlerimde kocaman morluklar ve şişlikler olduğunu fark ettim. Yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki görüntümle karşı karşıya geldim. Ağzımın kenarlarında kanlı dikişler vardı. Lavabonun kenarında ağzıma soktuğu kancalar duruyordu. Üstündeki kurumuş kan lekelerini fark ettim. "Nasıl?" dedi. "Eserimi beğendin mi? Beni çok uğraştırdın ama buna değdi." Korkudan kımıldayamıyordum. Başıma gelenler kabus değildi. Hepsi yaralarım kadar gerçekti ama bundan kimsenin haberi olmamıştı beni kimse aramamıştı. O günden bugüne değişen tek şey çektiğim acıların ve ona duyduğum nefretin artan katsayısı. Değişmeyen tek şeyse bir gün onun elinden kurtulacağıma dair taşıdığım ümit.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder