11 Ağustos 2012 Cumartesi

Halüsinasyon 2

İLK HAFTA
Bugün hastanede sekizinci günüm. Şimdiden dayanılmaz haldeyim. Bana her gün sakinleştirici ilaçlar veriyorlar ve günde bir saat tuhaf bir adam bana çeşitli resimler gösterip sorular soruyor. Kendimi bilmez bir haldeydim. Üstümde uzun sentetik bir gecelik-elbise var ve haftada bir gün de yıkanma günü. Beni bir kere odamdan çıkardılar. Diğer hastaları görme şansım oldu. Sanırım artık ben de hasta olduğuma inandım ki kendimi de hasta kategorisine sokup diğerlerine "diğer hastalar" diyebiliyorum. Yine de ne olursa olsun onlara bakınca onlardan biri olmadığımı anladım. Belki de bana verdikleri ruh gibi gezmeme neden olan ilaçlar yüzünden bilmiyorum ama onlar gibi davranmadığıma emindim. Buraya geldiğimden beri ziyaretime gelen tek bir kişi vardı: Derya. Sanki yarattığı eserini seyretmeye geliyordu. Aramızda çift camlı bir paravan olan bir odaya götürülüyordum ve bize mikrofonla kulaklık veriliyordu. Onu dinlemeyi her seferinde reddettim. Yine de konuşuyordu. Benimse tek gördüğüm dudaklarındaki hareketti. Her seferinde odada beş dakika kaldıktan sonra çıkmak istiyordum o ise gelmekten hiç vazgeçmiyordu. İki kere bana bir hediye bıraktığı söylendi ama onun isteği üzerine bunun ne olduğunu şimdilik öğrenemedim. Ama böyle günlerde, kahvaltıda pelteleşmiş yulaf ezmesi ve soğuk kahve yerine kahveli kek, poğaça ve portakal suyu getirildi. Bu farklılığa anlam veremesem de, Derya'nın beni buraya tıktırdıktan sonra en azından iki günlüğüne nisben düzgün bir kahvaltı yapmamı sağlamış olmasından şikayetçi değildim. Burası hapishaneden farksızdı. Odamda olduğum zamanlar sürekli uyuyordum ve bu boşluğa dayanmak olanaksızdı. Beni henüz diğerlerinin arasına çıkaracak kadar güven verici bulmuyorlardı herhalde. Onların gözünde bir çeşit zapt edilemez yaratıktım. Derya'nın bana beni böyle görmelerine neden olacak ne yaptığını bilmiyordum. Ne ara onun bu kadar nefretini kazanmıştım? İnsanoğlu çiğ süt emmişti gerçekten ve her şey beklenirdi. Bu psikopat da bula bula beni bulmuştu işte. İkinci hafta ilaçlarımı azalttılar. Ancak işin tuhafı Derya'nın geldiği özellikle bana kahvaltıda daha iyi yiyeceklerin getirildiği günlerde yine o adamın kabuslarıma girmesiydi. Bunu kimseye belli etmemeye çalışıyordum ancak bir tuhaflık olduğu belliydi. Artık diğerlerinin yanında daha çok bulunur olmuştum ancak bu durum beni daha büyük bir yalnızlığın içine itmekten başka bir işe yaramadı. Buradakilerden farklı olduğum çok aşikardı. Birkaç gözlem yaptım ve hastalıklarını tam bilemesem de hareketlerinden birtakım yorumlar çıkardığım kişiler vardı. Hayat hikayelerini merak ediyordum.
EBRU: Kendini dışa tamamen kapatmış. Hiç konuşmuyor. Her gün aynı pencerenin önünde aynı sandalyeye oturup dışarıya bakıyor. Nereye baktığını hiç kestiremedim çünkü dışarıda öyle muazzam bir manzara olduğunu söyleyemem. Eğer değişik bir sandalyeye oturduğunu fark ederse bağırmaya, çığlık atmaya başlıyor. Bir keresinde her zamanki yerinde, onun penceresinin önünde oturan bir hastaya saldırdı.
OKTAY: Kendini doktor sanan bir hasta. Diğer hastaların yanına gidip bıkmadan, tek tek durumlarıyla ilgili tespitlerde bulunup ilaçlar öneriyor. Bir keresinde benimle de konuştu. Ona göre şizofren belirtileri gösteriyormuşum ama daha başlangıç aşamasında olduğum için ilaç tedavisiyle etkileri hafifletilebilirmiş. Sanırım ilaçlarını istekle alan tek hasta o. Her seferinde anlamadığım birkaç tıbbi terimle neden bu ilaçları alması gerektiğini, işinin çok yorucu olduğunu ve bu ilaçlarla sağlığını koruyabileceğini söylüyor.
KEREM: Hayali bir arkadaşı var. Yemek sırasında arkadaşı için ikinci bir tepsi verilmezse olay çıkartıyor. Her yere onunla gidiyor, oturduğu yerde ona da yer açıyor ya da yanına bir sandalye daha çekiyor. Arada bir sol omzuyla konuştuğuna ve eliyle boşluğu okşadığına şahit oldum.
NEHİR: Bir tür Münchausen sendromu var. Yani kendini çeşitli hastalıkların kurbanı sanma ve buna insanları ikna edebilmek için kendini yaralama durumu. Ona mümkün olduğunca hasta muamelesi yapılıyor ki, kurbanı olduğunu düşündüğü hastalığını ispatlamak için kendine bir şey yapmasın.


İKİNCİ AY
Buraya geleli iki ay olduğuna inanamıyordum. Kendimde olmak, aklıma sahip çıkmak için elimden geleni yapıyordum ama gerek çevremdekiler gerekse bitmeyen kabuslar buna engel oluyordu. İki kere ailem beni görmeye gelmişti onlara olanları anlattım. Bana inanmayı ölesiye istiyor gibi gözüküyorlardı. Derya'ya dava açmaları gerektiğini söyledim ancak her şeyi bilen bir tek bendim ve ben de burada olduğumdan tanık olarak mahkemeye gidemezdim. Bunu adım gibi bilsem de denemek istiyordum. Bana yaptıklarını sessizce kabullenmek çok ağırıma gidiyordu. Bütün olanları anlattığım o günden sonra ailem bir daha gelmedi. Müdürün söylediğine göre onları görmek bana iyi gelmemişti ve beni bir süre ziyaret etmemeye karar vermişlerdi. Günlerce ağladım. En güvendiğim insanlar bile beni yüz üstü bırakmışlardı hem de böyle bir durumda. Beni ziyaret etmeyi bırakmayan tek kişi tabi ki Derya'ydı. Cehennem zebanisi gibi her gün geliyordu. Artık görüşme odasında beş dakika bile durmuyor, odamdan çıkmamakta ısrar ediyordum böylece o da boşu boşuna buraya kadar gelmiş oluyordu. Haftada iki günlük kahvaltı değişimim üçe çıkarılmıştı. Bu bende iyiden ziyade kötü etki yaratıyordu. O adamı kafamdan atamıyordum kabuslardan sonra uyanıkken de karşıma çıkmaya başlamıştı. Ani tepkiler vermemeye çalışıyor, gördüklerimi belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. Çünkü eğer bende bir sorun olduğunu anlarlarsa ilaçlarımı arttırırlar böylece üstüme yapışan bu hastalık damgasından asla kurtulamazdım. Diğerleriyle konuşmayı deneyecektim. Akıllılar beni anlamıyorsa belki deliler anlardı. Önce Oktay'dan başlayacaktım. Ne de olsa kendini doktor sanan oydu ve çözüm üretmekte bana yardımcı olabilirdi. Yemek saatinde onu birine ilaçların yan etkisinden bahsederken buldum.
-"Merhaba bugün nasılsın?"
-"İyiyim siz nasılsınız? Ben de tam sakinleştiricilerin yan etkisinden bahsediyordum. Ayrıca sizi şoka sokabilecek ataklar..."
-"Ben aslında size bir şey soracaktım."
-"Tabii buyurun? Engin bilgilerimden yararlanmanıza yardımcı olabilirim."
Ona her şeyi en başından anlattım. Kamp yapmaya gittiğimiz günü, o adamı görmeye başladığım ilk kabusumu, Derya'nın itiraflarını, beni her gün ziyaret edişini, şüphelendiğim her şeyi.
-"Dediğim gibi şok etkisi yaratıcı bazı ataklar..."
Anlamsızdı, beni dinlemiyordu bile. O an ne yaptığımı fark edip ne kadar saçmaladığımı anladım. Oturmuş, kendini doktor sanan ve bana sakinleştirici ilaçların yan etkisinden ve saçma sapan şok verici ataklardan bahseden akıl hastanesindeki bir adama hayatımı karartan olayları anlatıyordum. Bu karmaşayı ben bile çözememişken onun çözmesini beklemek büyük bencillikti. Şansımı Ebru'da denemeye karar verdim. Her zamanki gibi pencerenin önünde oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Sessizce yanına bir sandalye çektim.
-"Nereye bakıyorsun?"
-"..."
-"Manzara çok güzel değil mi? Bu kadar güzel bir yeri kaptığın için bazen seni kıskanıyorum."
İlgisini çekmiş olacaktım ki başını çevirip hüzünlü gözlerle bana baktı.
-"Eski halime bakıyorum. Eskiden ben de senin gibiydim."
-"Benim gibi derken? Ne demek istiyorsun?"
-"Saf, ait olmadığı bir yerde olan. Ama bak şimdi ait olduğum yerdeyim. Buraya uyum sağladım."
-"Nasıl yani? Sen aslında hasta değil misin?"
-"Benim burada olmamın nedeni üvey babam. Pisliğin tekiydi. Hiç bir zaman bir baltaya sap olamadı. Annem ona yetmeyip bana dadandığında on bir yaşındaydım. Her gün kendi kendime yemin ettim büyüdüğümde o adamdan hem annemi hem kendimi kurtaracaktım. Ama o benden daha zeki çıktı. Bana ilaçlar vermeye başladı. Kabuslar görüyordum, halüsinasyonlar, gerçek olmayan şeyler anlarsın. En sonunda annemi de inandırdı ve sonunda kendimi burada buldum. Ama sen benim kadar şanslı değilsin."
-"Ne demek istiyorsun?"
-"Benim hayallerim buraya gelince son buldu ama sen öyle değilsin. Yakında gerçekten hasta olduğuna inanmaya başlayacaksın. Müdürle konuş. Cevapların onda."
Ben bir şey söylemeye fırsat bulamadan kafasını çevirdi ve beni hafifçe itekledi. Evet belki de bu kız sandığım kadar hasta değildi ama tamamen normal olduğunu da söyleyemezdim.

DÖRDÜNCÜ AY
Derya'yı bir sonraki ziyaretinde dinlemeye karar verdim. Ertesi gün her zamanki saatinde geldiğinde  bu defa kulaklığı kulağıma taktım ve beklemeye başladım. Şaşırmıştı. Onu dinleyeceğimi tahmin etmiyordu. Heyecanla konuşmaya başladı.
-"Beni dinlemeye karar vermene ne kadar sevindim anlatamam! Ben sana bugün güzel bir haber getirdim. Gökhan'la evleniyoruz! Ne yazık ki kötü bir haberim de var. Sen düğünümüze davetli değilsin. Zaten davetli olsan da gelemezdin. Üzgünüm..."
Yüzünde söylediklerinin tam tersini düşündüğünü belli eden bir sırıtma vardı. Üzgün falan değildi. En yakın arkadaşım bu psikopatla evleniyordu ve ben engel olamıyordum. Üstelik ailemden sonra çocukluk arkadaşım da beni yüz üstü bırakıp bu şeytana uymuştu. Yine de sinirlerime hakim olacaktım.
-"Senin nasıl bir şeytan olduğunu ne pahasına olursa olsun kanıtlayacağım." dedim.
Sinir bozucu bir kahkaha patlattı ve
-"Hiç durma tatlım. Bir deliyi kim dinlerse ona ispat et bildiklerini. Bu arada kahvaltı ziyafetin benden."
Suratına bakmaya daha fazla dayanamadım. Elim ayağım sinirden titriyordu. Hışımla kulaklığı çıkardım ve kapıyı çarparak odadan çıktım. Odama geldikten birkaç dakika sonra hemşire kahvaltıyı getirdi. Bir vuruşta tepsiyi yere fırlattım ve müdürü görmek istediğimi söyledim. Ne yapacağını şaşıran hemşire dışarı çıktı. Daha sonra iki hemşireyle geri geldi ve beni odadan çıkartıp uzun bir koridor boyunca kollarımdan sıkıca tutarak yürüttüler. Sanki kaçmaya çalışacakmışım gibi... Sola döndük ve beni bir odaya sokup kapıyı arkamdan kapattılar. Önce beni bir yere hapsettiklerini sandım ancak karşımdaki masada bana dikkatle bakan bir adam oturuyordu: hastanenin müdürü.
-"Bilmek istiyorum." dedim.
-"Neyi?"
Çok sakindi sanki geleceğimi önceden biliyordu.
-"Neden bana Derya'nın getirdiği kahvaltının verildiğini öğrenmek istiyorum. O kahvaltıyı istemiyorum. Ben deli değilim buraya gelmeme o sebep oldu ve ne olduğunu bilmiyorum ama getirdiği yemeklerin içinde bana iyi gelmeyen bir şeyler var."
-"Sizin gibi hastaların durumunda paranoyaklık çok görülen bir durumdur. O genç kızın sizi ziyarete gelen tek kişi olduğunu biliyorsunuz. Sizi ailenizden bile çok ziyaret eden bir arkadaşınızın böyle bir şey yapacağını sanmıyorum. Şimdi hemşirelere size biraz daha sakinleştirici vermesini sağlayacağım böylece kabuslardan bir nebze de olsa kurtulmuş olacaksınız."
-"Hayır anlamıyorsunuz o benim arkadaşım falan değil ben ilaç istemiyorum burada neler olduğunu bilmek istiyorum. Beni böyle...durun!"
Sanki bir düğmeye basılmışçasına odaya iki güçlü hemşire girdi ve beni kollarımdan tuttukları gibi odadan çıkardılar. Var gücümle debeleniyordum. Koluma bir şırınga yedim ve sürüklenerek yatağıma taşındım. Göz kapaklarım kapanmadan önce odamın kafesli penceresinden müdürün beni izlediğine bahse girebilirdim. Sonraki günlerde Derya beni ziyarete gelmedi. Artık kahvaltılarda da bir değişiklik yoktu. Tekrar yulaf ezmesi ve kahveye geri dönmüştüm. Yine de kabuslarım bitmek bilmiyordu. Artık gerçekten çıldırmaya başladığımı düşünüyordum. Geceyarısı uyandığımda odamın karanlık köşesinde, yarısı olmayan kanlı suratındaki gözleriyle bana bakıyor, üzerime yürüyor, gözlerimi kapatıp açınca yok oluyordu. Ama her şeyiyle çok gerçekti. Ebru bir daha benimle hiç konuşmamıştı. Hatta yüzüme bile bakmadı. Sanki benimle konuştuğu o gün bir hayal ürünüydü. Böylece buradaki yalnız günlerime geri döndüm.

ALTINCI AY
Artık iyice zayıfladım. Getirilen yemekleri yemeyi reddediyorum ve bana şok tedavisi uyguluyorlar. Vücudumun her yeri acıyla kasılırken tedaviden çok işkenceye benziyor. Bu insanlık dışı sözde tedaviye EKT diyorlar. Elektriği yedikten sonraki ya da önceki hiç bir şeyi hatırlayamıyorum. Sanki uzay boşluğundan gelmişim gibi. Bazı günler kendi adımı bile hatırlayamıyorum. Genellikle kol ve bacaklarımda morluklar oluyor. Nasıl olduklarını bilmiyorum ya da hatırlamıyorum. Hiçbir şeyi hatırlayamıyorum. Bana zorla yemek yediriyorlar ve içinde ne olduğunu bilmediğim serumlar bağlıyorlar. Her şey çok kötü, hiçbir şey düşünemiyorum. Sağlıklı düşünemiyorum. Sağlıklı olarak geldiğim bu hastanede korkunç bir biçimde hayatımı sürdürüyorum.
Aynı anlarda hastane müdürünün odasında tanıdık bir kişi var ve benim bilmediğim bir konuşma yapılıyor.
-"Bunu daha ne kadar sürdüreceğiz bilmiyorum. İşimi bu nedenli riske atmam mümkün değil."
-"Yapma baba. Buradaki herkes deli. Yaptıklarını anlamalarına imkan yok. Hemşireler ve hasta bakıcılar desen işlerini bitirip bu korkunç yerden evlerine gitmekten başka dertleri yok, hiç bir şeyi sorgulamıyorlar bile ayrıca hepsi sana sonsuz saygı duyuyor, ağzının içine bakıyor. Şu konuştuğu kızı da etkisiz hale getirdiğini söyledin hem neydi adı?"
-"Ebru. Onunla konuştuğunu görmüşler. Hiç kimseyle konuşmayan Ebru onunla konuşmuş. Sonra da benimle konuşmaya geldi. Ebru'ya ağır ilaçlar veriyoruz bir daha konuşacağını sanmam. Ayrıca onu özel bir görüşmede açıkça uyardım gözü yeterince korkmuştur."
-"Zaten gerçekleri öğrense bile bu haldeyken kanıtlayamaz. Çocukluk arkadaşı hatta ailesi bile ona sırtlarını döndüler. Artık herkes onun deli olduğuna inandı."
-"Belki de gerçekten deliriyor Derya. Oynadığımız oyun gerçek oldu."
-"Sakın bana üzüldüğünü söyleme baba. Anneme yaptıklarını bilmiyormuş gibi davranma. Ailesi sayesinde hapse bile girmeyip o şaşalı hayatına devam ettiğini unutma. O konfor içinde yaşayıp yıllar önce çarpıp kaçtığı kadını unuturken, ben çektiklerimizi unutmadım. Annesiz kalmama yol açtığı için ondan ölesiye nefret ediyorum."
-"Biliyorum. Ama annenin öldüğünden haberi olmadığını söylemiştim sana. Cenazeye geldiklerinde ailesi beni tembihlemişlerdi."
-"Öyle bir günde bile prenses kızlarını düşünecek kadar iğrençlerdi ve sen hala bu kıza yaptıklarımız için üzülüyorsun. Sen pes etsen de ben sonuna kadar devam edeceğim. Ben akıl edip hastaneye yattığı gün karşılarına müdür olarak en yakın arkadaşını çıkarmasaydım, seni anında tanıyacaklardı ve planımız suya düşecekti belki de sen vazgeçip her şeyi anlatacaktın. Görüyorum ki haklıymışım."
-"Tamam Derya. Seni hiç bir şekilde yalnız bırakmam biliyorsun. Senin de her gün ziyaretine gelip şüphe çekmen saçmaydı. Ayrıca getirdiğin ilaçları yemeğine karıştırıyoruz hala merak etme. Artık git. EKT sonrası onu kontrol etmeliyim."
-"Biz bir dahiyiz."


SEKİZİNCİ AY
Günler giderek daha da bulanıklaşıyor ve anlamsızlaşıyor. Artık odamdan hiç çıkarılmıyorum. Zaten kımıldayacak halim de yok. Buraya neden gelmiştim. Kimdim ben? Her şey çok bulanık. Hangi yıldayız onu bile hatırlayamıyorum. Aylardır aynaya bakmadım. Kim bilir ne haldeyim. Çok uykum var. Hep uykum var. O gece yarısı ansızın uyandığımda beni beklediğini biliyordum. Kabuslarımın kahramanı, burada olmama neden olan yarım suratlı adam. Artık ona karşı koymayacaktım. Bana doğru gelmesini engellemedim, bağırmadım kıpırdamadım. Çelimsiz vücudumla karanlıkta ben de ona doğru yürümeye başladım. Bana her adım atışında yere kanı damlıyordu. Boğazıma sarıldı. Beni ele geçirmesine izin verdim. Her yerimde korkunç derin kesikler açılmaya başladı. Başım dönüyordu. Vücudumdan akan kanla birlikte hafifliyordum. Kendimi tamamen bırakmadan önce "Aslında her şey gerçekti. Bu bir halüsinasyon değil, hepsi senin kadar gerçek." dediğini duydum.

ERTESİ GÜN
Müdür duyduğu tiz çığlıkla odasından fırladı. Sabahın erken saatleriydi ve şimdiden hastalar olay çıkarmaya başladı diye düşündü. Çığlığın geldiği odaya girdiğinde gördüğü manzara karşısında donakaldı. Şoka girmiş hemşireyi almaları için diğer hemşireleri çağırdı. İçerisi kan gölüne dönmüştü. Hayatında hiç bu kadar fazla kan görmemişti. Bayılacak gibi oldu. Hemşireler çığlık çığlığaydı. Ortalık korku filminden fırlamış gibiydi. Yatakta kızıyla hazırladıkları planın kurbanı yatıyordu. Her yerinde korkunç kesikler vardı. En fenası da kafasının gövdesinden neredeyse tamamen ayrı olmasıydı. Gözleri yerlerinden çıkmış gibi açılmıştı. Yere bakınca, yatak ve tuvalet dışında bomboş olan odada, bu dehşet verici manzaranın sorumlusu paramparça olmuş sürahinin kanlı kalıntılarını gördü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder