10 Ağustos 2012 Cuma

Halüsinasyon

O yaz hep beraber kamp yapmaya karar vermiştik. Gökhan, Cem, Derya, ben. Gökhan benim çocukluk arkadaşımdı Derya da Cem'in. Derya'yla o sene okulda tanışmıştık. Kendi halinde, eğlenceli bir kızdı. Cem ise durduğu yerde duramayan tiplerden. Gökhan'la beş yaşından beri tanışıyorduk. Aile dostumuzdu ve tanıştığımız ilk günden beri yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Benim can dostum gerektiğinde dert ortağım olmuştu. Ondan başkasına güvenemez olmuştum. Gerçekten de yeri doldurulamaz bir arkadaştı. Üzgün olduğumda beni güldürür, yeri geldiğinde benimle beraber ağlardı. Dördümüz mükemmel bir ekip oluşturmuştuk. Sanki her birimiz diğerini tamamlıyordu. Hatta Derya'yla Gökhan'ın arasında bir şeyler olacak gibiydi ve bu değişimi Cem'le beraber hınzırca izliyorduk. Yola çıkmamıza bir gün kalmıştı. Her şey hazırdı. Uyku tulumları, çadırlar, yiyecek içecekler... Maceraya kollarımızı açmış bizi bekleyen şeylerin bir an önce gelmesini heyecanla bekliyorduk. Bir karavan kiralamıştık ve gideceğimiz güzergahlar tamamen belirsizdi. Her şey aklımıza estiği gibi olacaktı. On beş gün de olsa geçireceğimiz en eğlenceli yaz olacağından emindik. Ama öyle olmadı...
Yola çıkacağımız gün Gökhan beni sabah erkenden uyandırdı. Beni evden aldılar ve yolculuk başladı. Doğanın dingin ortamında hepimiz huzur bulacak, üstümüzdeki yüklerden arınacaktık. Birkaç saat sonra bir markette durup içecek bir şeyler aldık ve bilinmezliğe doğru tekrardan yola koyulduk. Akşama doğru Derya'yla Cem uykuya dalmıştı. Biz de Gökhan'la saçma muhabbetlerimizden birini yapıyorduk ama benim de çok uykum gelmişti. Bir an gözümü kapadım. Derken keskin bir fren sesi ve parlak bir ışık beni henüz daldığım uykumdan uyandırdı. Neler olduğunu anlamak için Gökhan'a baktım. Bir an o da uyuyakalmış olmalıydı. Derya'yla Cem de uyanmışlar, şaşkın gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Gökhan panik içindeydi.
-"Sanırım birine çarptık." dedi.
Kafamdan aşağı kaynar sular boşalmıştı. Derya'nın beti benzi atmış bana bakıyordu. Şimdi ne yapacaktık? Hepimiz karavandan inmiş, kime çarptığımızı anlamak için yola bakıyorduk. Arabanın tamponunda ve yolda kan vardı. Ama ortalıkta kimse gözükmüyordu. Herhalde bir hayvana çarptık diye düşündüm. Onca kanı görünce fena olmuştum. Daha fazla bakmaya dayanamadım ve karavana geri bindim. Nefesimi tutmuş olacakları bekliyordum. Derken diğerleri de benimle aynı kanıya varmış olacaklardı ki karavana geri geldiler. Şimdi direksiyonda Cem vardı ama ortama ölüm sessizliği hakimdi. Çarptığımız kişinin ya da şeyin esrarı bütün enerjimizi alıp götürmüş, hepimizi sindirmişti. Herkes kendini sakinleştirmeye çalışsa da Cem'in ellerinin titrediğini, Gökhan'la Derya'nın boş bakan gözlerle oturduklarını gördüm. Ben de kafamı toparlayamıyordum. Sabaha karşı kamp yapacağımız yere geldik. Karavanı park ettikten sonra eşyalarımızı aldık ve ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık. Bir göletin yanında harika bir alan bulduk ve oraya çadırlarımızı kurmaya başladık. İşimiz bittiğinde hepimizin açlıktan öldüğü gözlerimizden anlaşılıyordu. Tam ortaya ateş yaktık ve etrafında toplanıp getirdiklerimizi yemeye başladık. Yazın ortasında havanın bu kadar soğuk olabileceğini kim bilebilirdi ki? Bir iki saat sonra hava aydınlanmaya başlamıştı ve o sıkıntılı anın hatırasını kafalarımızdan atmıştık. Yorgunluktan ölüyordum. Yumuşacık uyku tulumumun içine girip hemen uykuya daldım.
Etraf karanlıktı. Uzaktan çok parlak bir ışık seçiliyordu. Korkuyordum, üşüyordum. Kaldığımız yerden çok uzakta olmalıydım çünkü tanıdık tek bir yaprak bile yoktu. Diğerleri beni bırakıp nereye gitmişlerdi? Uzaktaki ışığın güven veren parıltısına doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça ışığın içinde bir karaltının durduğunu fark ettim. Ben adım attıkça garip bir ses geliyordu. Yere baktığımda yapış yapış kırmızı bir sıvının üstünde yürüdüğümü anladım. Bileklerime kadar kana bulanmıştım. Kafamı kaldırdığımda karaltı epey yaklaşmıştı. Arkası dönük bir insandı bu. Yavaş yavaş yüzünü bana dönmeye başladı. Gördüğüm manzara karşısında tutulup kalmıştım. Suratı paramparça olmuş hatta yarısı gitmiş bir adamdı baktığım. Kanlı ellerini bana doğru uzattı. Çığlık atmak istedim ama sesim çıkmadı. Adam üstüme doğru geliyordu. Ayaklarım yerdeki kan gölüne yapışmıştı, hareket edemiyordum. Arkama baktığımda karavanımızı gördüm. Bastığım kan gölü arkadaşlarıma aitti. Adamın ellerini boğazımda hissettim. Giderek daha da sıkıyordu. Sıktı,sıktı,sıktı... Ta ki nefesim duruncaya kadar.
Gökhan'ın beni sarsmasıyla uyandım. Nefes nefese kalmıştım ve ter içindeydim.
-"Uykunda garip şeyler sayıklıyordun iyi misin?"
Hepsi sadece korkunç bir kabustu ve şimdi geçmişti. Çadırdan çıktığımda diğerlerinin gölete girmekte olduğunu gördüm. Kıyafetlerimi çıkarıp ben de suyun harika ılıklığına kendimi bıraktım. Birkaç şakalaşmadan ve su yutmadan sonra hepimiz kurulandık ve kahvaltı ettik. Yemek yerken kimseden ses çıkmıyordu. Daha sonra ormanın içinde gezintiye çıkmaya karar verdik. Çantalarımızı ve birkaç konserve yiyeceğimizi aldıktan sonra yola çıktık. Hava epeyce ısınmıştı. Manzara harikuladeydi. İlerleyen saatlerde ufak bir şelale bulduk ve onun kenarında yemeğimizi yedik. Gördüğüm kabusun etkisinden kurtulmuştum. Diğerleri de dün geceki olayı unutmuş gözüküyorlardı. Beni iten bir elle kendimi suyun içinde bulmamla düşüncelerimden sıyrıldım. Gökhan her zamanki sevimsiz şakalarından birini yapmıştı yine. Su buz gibiydi yine de dibe daldım. Bir taraftan da görebildiğim kadarıyla suyun dibindekileri inceliyordum. İleride kayalık benzeri bir karaltı vardı. Merakıma yenildim ve oraya doğru ilerledim. Yaklaştıkça bunun bir kayalık olmadığını anladım yine de net göremiyordum. Ona dokundum ve yosun olduğunu düşündüğüm garip yumuşaklıkta bir şey elime değdi. Tutup kendime çevirdim ve dehşetle bunun bir insan kafası olduğunu fark ettim. Üstelik dün gece rüyamda gördüğüm adamdı. Tek bir farkla: yüzünün diğer yarısı olduğu gibi yerindeydi. Bir anda gözlerini açtı. Çırpınmaya başladım ama beni yakalamıştı. Sanki daha da derine batırmaya çalışıyordu. Neyse ki bir el beni sudan çekip çıkardı. Bu Derya'ydı. Neler olduğunu anlayamamıştı. Hepsi bana korkulu gözlerle bakıyorlardı. -"Onu gördüm, orada bir adam vardı."
Cem'le Gökhan da dibe daldılar ancak orada hiç bir şey yoktu. Sadece kayalar... Ama ben emindim, orada bir adam olduğuna bahse girebilirdim. Tabi ki hiç biri bana inanmadı. En iyisi geri dönmekti. Kendimi tatili berbat eden kişi gibi hissediyordum. Bir taraftan da bana inanmadıkları için içten içe onlara kızıyordum. Ertesi gün her şey normale dönmüştü. Eski neşeme kavuşmuştum. Yine de bazen Gökhan'nın tuhaf bakışlarıyla karşılaşıyor, "Ben iyiyim" dercesine gözlerimi kırpıyordum.
Birkaç gün sonra yemeklerimiz bitmişti ve Gökhan'la Cem karavanı da alıp bulabildikleri en yakın marketten ya da benzinciden yiyecek bir şeyler alacaklarını söyleyip gittiler. En iyi ihtimalle akşama kadar Derya'yla ikimiz kalacaktık.
-"Bana gördüğün rüyadan bahsetsene. Gökhan anlattı da biraz."
Gökhan'ın rüyamı Derya'ya anlatmasına içerlemiştim aslında biraz yine de anlattım.
-"O gece olanların yan etkisi, önemli bir şey değil." dedim.
Ben anlatırken korkmuştan çok, bu durumdan zevk alıyormuş gibi bakıyordu, gözleri duyduğu heyecanla parıldıyordu. Ama bunun üstünde çok durmadım. İlgisini çekmiş olmalıydı. Elindeki şarabı bana uzattı.
-"Bunu iç sakinleşirsin ben biraz yürümeye gidiyorum."
Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordum. Kaybolabilirdi ama nedense bunu ona söylemedim. Şarap gerçekten de iyi gelmişti ve hiç olmadığı kadar uykumu getirmişti. Uyandığımda sabah olmuştu. Nasıl bu kadar uyuyabilmiştim? Üstelik yine aynı kabusu görmüş, bir türlü uyanamadığım için de bu işkenceyi çekmeye mecbur kalmıştım. Derya ortalarda gözükmüyordu, çadırında da yoktu. Onu aramaya karar verdim. Temiz havayı içime çekerek ve üstlerine bastıkça hışırdayan yaprakların sesini dinleyerek yürümeye başladım.  Sonunda korktuğum başıma geldi. Kaybolmuştum. Bu bölgeyi hiç tanımıyordum ve her yer birbirine benziyordu. Nereden geldiğimi bile unutmuştum. Zaten rezalet olan yön duyguma güvenip de buralara kadar gelmem bile saçmaydı. Belki de Derya da şu anda beni arıyordu. Telefonumu da yanıma almamıştım zaten alsam da burada çekeceğini hiç sanmıyordum. Yere oturup düşünmeye başladım. Oradan oraya koşuşturup da daha fazla kaybolmaya hiç gerek yoktu. Durup bekleyecektim. O kadar da uzaklaşmış olamazdım nasıl olsa beni arayıp bulurlardı. Bu düşüncelerle akşamı ettim. Şimdi hava kararmaya başlıyordu. Korkmaya başlamıştım. Kalkıp yürümeye karar verdim. Şansım varsa tanıdık bir yere varırdım. Bilmediğim bir yerde kurda kuşa yem olmayı beklemeye gerek yoktu. İlerledikçe etraf daha da sessizleşiyordu. Ben yürürken bir kaç saat geçmiş olmalıydı çünkü hava artık göz gözü görmeyecek şekilde kararmıştı. İyiden iyiye yorulmuştum ve sabahtan beri hiç bir şey yemediğimi hatırladım. Böyle ne kadar daha devam edebilirdim bilemiyordum. Çok güzel olmasını umduğum tatil daha şimdiden amacından sapmaya başlamıştı. Uzakta seçemediğim biri duruyordu. Bizimkilerden biri olmasını umdum ve bağırmaya başladım.
-"Bakar mısınız acaba? Kayboldum yardımcı olabilir misiniz?"
Artık yürümüyor koşuyordum. Aradaki mesafe kapanmak bilmedi ama sonunda ona yaklaşmıştım. Bizimkilerden biri değildi. Yine de bana yardımcı olabilirdi. Belki de kampçılardan biriydi. Omzuna dokundum.
-"Bakar mısınız?"
Arkasını döndüğünde gözlerime inanamadım yine o adamdı. Bunun gerçek olması imkansızdı. Pis bir sırıtmayla yüzüme bakıyordu. Var gücümle koşmaya başladım. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu. Bu kabustan derhal kurtulmak istiyordum sadece. Geldiğim yönün tam aksi yönde koşuyordum. Nefes nefese kalmıştım. Kalbim hem korkudan hem yorgunluktan yerinden çıkacakmış gibi hızlı atıyordu. Koştum, koştum sonunda ana yola çıkmıştım. Çıldırmış gibi geçen arabaların önüne atladım. Korna sesleriyle kulaklarım sağır olmuştu. Sonra önümde bir karavan durdu ve beni içeri aldılar. Deli gibi çırpınıyordum. Biraz sakinleşince Cem'le Gökhan'ı fark ettim. Cem şaşırmış gözlerle bana bakıyor, Gökhan da bir taraftan direksiyona hakim olmaya çalışırken beni sözleriyle sakinleştirmeye çalışıyordu.
-"Aklından zorun mu var senin? Ne işin var burada? Derya nerede? Neden arabaların önüne atladın?" Kulaklarım Cem'in arka arkaya sıralanan sorularını duymuyordu. Hala yaşadığım paniğin geçmesini bekliyordum.
Kamp yaptığımız alana gidince Derya'nın ateşin başında oturmuş olduğunu gördüm. Anlayamıyordum. Nasıl bu kadar sakindi? Gökhan'la Cem'in gelmesi neden bu kadar uzun sürmüştü? Derya'nın kocaman açılmış gözleriyle bana doğru gelmeden önce güldüğüne yemin edebilirdim. Yoksa aklımı mı oynatıyordum?
-"Gökhan'la Cem döndüklerinde sen uyuyordun daha sonra tekrar gerekli şeyleri almaya gittiler. Yürüyüşten döndüğümde seni bulamadım bu yüzden de onlara haber verip gelmelerini söyledim. Seni beraber arayacaktık. Neyse ki buradasın!"
Derya'nın söyledikleri kulağımda yankılanıyordu. Bir anda onun samimiyetinden şüphe etmeye başlamıştım. Nedenini anlayamıyordum, eksik parçalar vardı ama her şey bana verdiği şaraptan sonra olmuştu.
-"Yarın buradan gidiyoruz" dedim.
Hepsinin şok olmuş ifadelerini görmezden gelerek çadıra girdim. Birkaç günde sinirlerim harap olmuştu ve daha fazla buna dayanamayacaktım. Hepsi sanki yola çıktığımız ilk gece olanlar hiç olmamış gibi davranıyordu ama ben yapamıyordum. Bir türlü aklımdan çıkartamıyordum. O adamı her yerde görmemi anlamlandıramıyordum. Bir süre sonra uykuya daldım. Uyandığımda dışarıdan fısıltılar duydum. Benim hakkımda konuşuyorlardı. Kesin delirdiğimden şüphe ediyorlardı. Benim için tatillerini yarıda kesmeyeceklerdi. Beni sakinleştirme ve eski halime döndürme görevi Gökhan'a verilmişti. Konuşulanları duymamış gibi yaparak dışarı çıktım zaten onlar da hemen konuşmayı kestiler. Hiç konuşmadan kahvaltımızı ettik. Bütün bu süre boyunca Derya'nın bakışlarını üzerimde hissettim üstelik ona baktığımda gözlerini kaçırmak yerine bakışlarını üstüme dikmeyi sürdürdü. Sonraki günlerde ne yaparsam yapayım onları buradan ayrılmaya ikna edemedim. Zaten kabusların da gerisi gelmemişti. Enteresan bir şekilde anında kesilmişlerdi. Geldiğimiz günden bu yana bir hafta geçmişti. Sonunda buradan ayrılıp başka bir yere kamp kurmaya karar vermişlerdi. Ben hiç bir söze karışmıyor gördüklerimle ilgili hiç bir şeyden bahsetmiyordum. Yine de ayrılma kararına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Sevinmek için çok erken olduğunu o günün gecesi anladım.
Yatmaya hazırlanıyordum. Yatmadan önce her zamanki gibi getirdiğimiz şaraptan birkaç bardak içtim ve çadıra girdim. Derya da peşimden geldi ve
-"Biraz yürüyüş yapmak ister misin ne de olsa burada son gecemiz" dedi.
En yakın arkadaşlarımın bile hakkımda konuştuğu tek şey delirmeye başladığımdı. Bu yüzden de onları haksız çıkarmak istedim ve Derya'nın teklifini kabul ettim. Bu benim en büyük pişmanlığım, sonumun başlangıcı oldu.
Gökhan'la Cem uyumuşlardı. Cırcır böceklerinin sesi eşliğinde gölete doğru yürümeye başladık.
-"Biliyor musun senden hep nefret ettim." dedi Derya bir anda.
Önce dediklerini idrak edemedim daha doğrusu inanmak gelmedi içimden.
-"Neden?" dedim.
Bu çok anlamsızdı bilmek istiyordum.
-"Hatırlamıyorsun bile değil mi? Senin için başına iş açacak küçük bir belaydı sadece. Benim hayatımı mahvetmiş olman umurunda bile değil. Ama senden ölesiye nefret ettim hep. Hatta bazı zamanlar öl istedim."
Giderek korkmaya başlamıştım.
-"Tamam bu kadar yeter ben dönüyorum."
Ama ben daha ayağa kalkmaya fırsat bulamadan kolumdan sertçe çekti ve beni gölete doğru itti.
-"Seni öldüremeyeceğim için senin için daha acılı olan yolu seçtim. O gece çarptığımız şey büyük ihtimalle sadece bir hayvandı. O kadar kan görmenin sebebi sana belli etmeden bazı ilaçlar vermemdi. Halüsinasyon görmeni sağlayan ilaçlar... İçtiğin şarabın içinde, ya da yediğin yemekte. İnan bana kolay olmadı ama şimdi son noktadayız ve buna değeceğine söz veriyorum. Yaptıklarım ve yapacaklarım için özür dilerim. Ama üzgün değilim."
Bunlar bir tek benim duyduğum ve sonradan kimseyi inandıramayacağım sözlerdi. Orada öylece durup beni izliyordu. Göletin içinden çıkmaya çalışırken ıslak yapışkan bir el kolumu sardı ve beni geri çekti. Bu yine o adamdı. Bu sefer suratı ilk gün gördüğümdeki gibi paramparçaydı. Her yerinden kanlar damlıyordu. Beni gölete çektikçe benim de her yerime kanı bulaşmıştı.
-"Bunu bana sen yaptın." dedi "Sadece sen."
Çığlık çığlığaydım korkudan ölmek üzereydim. Elinden kurtulmaya çalıştıkça daha da batıyordum. Şimdi sadece Derya değil Cem'le Gökhan da beni izliyordu. Derya ağlıyordu. Daha doğrusu ağlıyormuş gibi yapıyordu ve bunu bir tek ben biliyordum. Çırpınmaya devam ediyordum ama hiç biri bana yardım etmiyordu. Panikle etrafımda kesici herhangi bir şey aramaya başladım. Suyun dibine elimi daldırdım ve iri bir taş çıkardım. Beni suya doğru çeken adama vurmaya başladım. Beni tutan ellerine vururken kendi kollarımı da yaralamıştım. Sonunda Gökhan beni tutup çekti ve adam bir anda yok oldu. Nereye kaybolduğunu anlamamıştım.
-"Neden bu kadar uzun sürdü? O adamı görmediniz mi neden öylece dikilip izlediniz?"
-"Hangi adamdan bahsediyorsun? Sen iyi değilsin. Bağırıp duruyordun ve birden kendine vurmaya başladın."
Kulaklarıma inanamıyordum.
-"Her şeyi o yaptı! Her şeyi planladı. Beni delirtmeye çalışıyor! O yaptı! En başından beri!"
Derya'yı işaret ediyordum. Bağırmaktan yorgun düşene kadar aynı şeyleri tekrarlayıp durdum. Nasıl bu kadar güzel rol yapabiliyordu? Cem donup kalmıştı. İkisi de bana inanmamışlardı. O adamı görmüştüm, hayal olamazdı bana dokunduğunu hissetmiştim. Sonunda yorgunluktan baygın düştüm. Gözümü açtığımda karavandaki yatakta yatıyordum. Hafif sarsıntılarla yolda gitmekte olduğumuzu anladım. Sonunda bu cehennemden kurtuluyorduk demek ki. Doğrulmaya çalıştım. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu.Kollarımda sargılar olduğunu fark ettim. Dün geceyi hatırladım. Derya okuduğu dergiden başını kaldırıp
-"Uyandı." dedi alçak sesle.
-"Nereye gidiyoruz? Bu kızı yakınımda istemiyorum artık. Anlamıyorsunuz her şeyi o yaptı!"
Aniden Cem beni kollarımdan tuttu ve yatağa oturttu. Beni o kadar sıkı tutmuştu ki kollarımdaki yaraların sızlamasıyla dişlerimi sıktım. Bunu fark etmiş olacak ki ellerini gevşetti.
-"Çok derin değildi biz de birkaç ilk yardım malzemesiyle hallettik. Bak saçmalıyorsun. Derya'nın hiç bir şey yaptığı yok. Sen delirmiş haldeyken nasıl korktuğunu hepimiz gördük. Ve tatil bitti seni hastaneye götürüyoruz."
-"Ne? Benim hastaneye falan ihtiyacım yok ben.."
Derya'nın "Ben hallederim." dediğini duydum.
Yanıma yaklaştı ve "İyi uykular" dedi.
Ben daha söylediğinin anlamını çözmeye çalışırken koluma bir şırınga sapladı ve her şey aniden bulanıklaştı.
Her yer bembeyazdı. Gözümü kamaştırıyordu. Bu yüzden nerede olduğumu anlamak için seslere kulak kabartmaya karar verdim. En son ne olmuştu, ne yapıyordum hatırlamıyordum. Dışarıdan tanıdık sesler geliyordu. Ağlamaklı ince bir ses, diğer iki kalın ses ve tanımadığım bir ses daha. İnce olanın Derya olduğunu anladım diğerleri de Cem'le Gökhan'ın sesi olmalıydı. Ama diğerini tanımıyordum.
-"Sanırım ağır bir panik atak geçirmiş. Anlattıklarınıza bakılırsa onu buraya getirmekle en iyisini yaptınız."
-"Ne kadar korkunçtu tahmin bile edemezsiniz. Ailesini çocukluğumdan beri tanırım. Onlar da perişan. Şimdi işlemleri hallediyorlar."
-"Onu burada ne kadar tutacaksınız acaba?"
-"Tedavisi ne kadar sürer bilemiyoruz. Anlattıklarınıza ve yaptığımız tetkiklere göre şizofren belirtisi gösteriyor ama kesin bir şey söyleyemem. Yine de çevreye zarar vermemesi açısından müşaademiz altında tutulmalı."
Duyduklarımı yanlış mı anlamıştım? Beni bir akıl hastanesine kapatmışlardı. Bu doğru olamazdı. Bütün bu olanlara inanamıyordum. Asıl buraya kapatılması gereken kişi dışarıda acılı arkadaşı oynarken, gerçekleri bilen ben buradaydım ve kimse beni dinleme zahmetine girmemişti.
-"Ben deli değilim çıkarın beni buradan! Asıl hasta ruhlu buraya sokmanız gereken kişi o!"
Yanıma giren hemşireler serumuma bir şey enjekte ettiler ve uykuya dalarken hayal meyal gördüğüm manzara; bulunduğum odanın kafesli penceresinden ağlayarak beni izleyen annem ve babamdı.



                                                        ........DEVAMI GELECEK........

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder