19 Ocak 2013 Cumartesi

Bitmemiş Hayat



Michael hayatı boyunca eğlenceli bir o kadar da düşüncesiz bir insan olmuştu. Hareketlerinin getireceği sonuçları düşünmez yarın ne olacağını umursamazdı. Ona sadece Michael dememi ister, benimle yaşıtıymışım gibi arkadaşlık ederdi. Zekası akıl almaz derecedeydi ve bu da benim ona her geçen gün daha da hayranlık duymama neden olmuştu. Yaptığı şey de bunun en büyük kanıtıydı işte.

Onu kaybettiğimizde 67 yaşındaydı. Hepimiz çok şaşırmıştık. Ölümün en beklenmedik anda, en beklenmedik yerden vurması herkes için büyük bir darbe olmuştu. Birkaç gün önce kalp krizi geçirmişti ve onu hastaneye yatırdığımızda hala espriler yapabilecek kadar hayatta gözüküyordu. Ne olduğunu anlamadığımız bir anda gidiverdiğinde başta annem ve ben olmak üzere derin bir ızdıraba gömülmüştük. Öldüğü gün hastanede yanında kimse yoktu. Beni istediği kitapları getirmem için eve yollamıştı. Annemse babamla hava almak için dışarı çıkmışlardı. Söylediklerine göre aniden kalbi durmuştu ve onu son yolculuğuna uğurlamak için yanında tek bir kişi bile yoktu. Hastaneye geri geldiğimde her şey olup bitmişti. Elimde dedemin en sevdiği kitaplarla kalakalmıştım.

Cenaze evi çok kalabalıktı. Michael'ın çevresinin bu kadar geniş olduğunu tahmin etmezdim. Belki de gözüm ondan başkasını görmediği için çevresindekilere hiç dikkat etmemiştim. Onu öyle çok severdim ki... Herkes oradaydı. Doktorundan iş arkadaşlarına ilk karısından ikinci karısına, yeğenlerinden diğer torunlarına kadar. Onu hastanede son gören kişi olan doktoruna mümkün olduğunca yakın olmaya çalışıyordum. Ondan dedem hakkında  ne kadar çok bilgi alırsam Michael'la o kadar çok zaman geçirecekmişim gibi geliyordum. Ama onu her konuşturmaya çalışmamda benden tuhaf bir şekilde kaçıyordu. Bütün bu insanların burada olmasına anlam veremiyordum ama dedemin de onu seven bu kadar çok insanın olduğunu görmesini isterdim. İnsanların değerinin öldükten sonra anlaşılacağı bir kez daha apaçık ortadaydı. Geniş salonumuzun ortasında büyük kristal avizenin tam altında Michael yatıyordu. Bu işi yapanların nasıl dayanabildiğine şaşırıyordum. Bir ölüyü yıkayıp hazırlayıp giydirerek insan içine çıkması gereken bir "yaşayan"a dönüştürmek... Benim kesinlikle yapabileceğim bir şey değildi. Ona bakamıyordum bile. Birazdan annem konuşma yapacaktı. Mutfağa gidip biraz daha içecek almaya karar vermiştim.

Sesler duyunca kapının önünde durdum. Bunlar bir kadınla erkeğin fısıldaşmalarıydı. Garip olansa iki sesin de tanıdık bana çok tanıdık gelmesiydi. Bu Michael'in yeni genç ve güzel karısıyla babamdı. Gördüklerime inanamıyordum. Birbirlerine hiç de saygın ve yas tutan bir konuşma yapıyormuş gibi gözükmeyen bir biçimde yakınlardı. Hatta fazlasıyla yakın... Midemi bulandıran bu sahneden mümkün olduğunca çabuk uzaklaşmak istiyordum. Bunu dedeme nasıl yapabilmişlerdi. Babamın Michael'ı öz babası kadar çok sevdiğini düşünmüştüm her zaman. Salona geri döndüm. Annem gözyaşlarıyla önceden hazırladığı etkileyici konuşmasını yapıyordu. Nedense bir an bakışlarındaki donukluk ilgimi çekti ancak bu sadece bir saniye sürdü. Benimkilerle buluşan gözleri tekrar deminki yaslı ifadeye bürünmüştü. "Zavallı annem" diye düşündüm içimden. Babamla dedemin genç karısının mutfaktaki halleri geldi gözümün önüne. Babasının ölümü üzerine şimdi de kocası onu aldatıyordu. Hem de kiminle ve kim bilir ne zamandır?

Kuytu bir köşede duran doktoru buldum ve yanına gittim.
"Hüzünlü değil mi? Dedemi ne kadar zamandır tanıyordunuz doktor? Sanırım kontrolleri için de hep size gelirdi."
"Aslında onu çok iyi tanırdım. O sadece hastam değil aynı zamanda arkadaşımdı da."
"Onun nasıl bir anda öldüğünü bana hala açıklamadınız. Ben sadece bazı şeyleri kafamda oturtmaya çalışıyorum."
"Dediğim gibi ani bir komplikasyonla karşılaştık ve maalesef Michael'ın kalbi durdu."
"Bunu defalarca söylediniz ama nedense inanmak gelmiyor içimden."
"Sizin durumunuzda ben olsaydım ben de onun ölümünü kabullenmekte güçlük çekerdim haklısınız."
"Ama..."
Beni daha fazla dinlemeyerek yanımdan uzaklaştı. Bu gizemli tavırlara bir anlam verememiştim ama daha fazla kurcalamamaya karar verdim Sıradaki konuşmacı bendim.

Yavaşça kürsüye çıktım ve yanımda duran açık tabuta bakmamaya özen gösterdim. Michael'ı anlattım. Buradaki insanlara, onu çok yakından tanıyan biri olarak, Michael'ın hiç görmedikleri yüzünü gösterdim.
Konuşmamı bitirmeme yakın koridorda tartışan gölgeleri fark ettim. Gözüm onlardan ayırmayarak konuşmayı bitirdim ve kürsüden inerek hızlı adımlarla koridora yöneldim. O sırada doktor yolumu kesti.
"Affedersiniz. Artık sizin öğrenmeniz gerektiğini düşünüyorum. Bence Michael da bunu isterdi. Birazdan her şey sona erecek. Beni dinlemelisiniz."
Telaşla konuşmaya devam eden doktoru hafifçe ittim. Onunla konuşmaya çalıştığımda benden kaçan adam şimdi neden bahsediyordu böyle?
"Şimdi olmaz daha sonra..."
Tartışan gölgeler kaybolmuştu. Mutfağın önünden geçerken bir iki saat önceki korkunç manzara geldi gözlerimin önüne. Bu konuyu törenden sonra anneme açmak üzere beynimin bir köşesine not ettim ve gölgelerin kim olabileceğini düşünerek ilerlemeye devam ettim. Üst kata bakmaya karar vererek merdivenleri çıkıyordum ki ikinci kattan sesler duyunca kulak kabarttım.
Bu annemin sesiydi. Hararetli bir şekilde bir tür malvarlığından, imza yetkisinden ve mirastan bahsediyordu. Karşı tarafın da sesi yabancı gelmemişti. Sanırım bu dedemin ortağıydı. Annemin anlattıklarına bakılacak olursa dedemin kalp krizi geçirmesi en baştan beri ikisinin işiydi. Yemeğine ilaç katmışlar daha sonra bu işi sürdürmekten vazgeçmişlerdi. Ancak işler yolunda gitmişti ve dedem öldükten sonra genel kuruldaki en üst yetkili makama ortağı gelmiş, mirasının büyük bir kısmı da annemle bana kaldığı için artık birikim ve yetkilerini birleştirebileceklerdi. İnanamıyordum. Babamın ihaneti nedeniyle anneme acırken o çok daha büyük işler peşindeydi. Daha fazla bu rezilliğe katlanamayacaktım. Zavallı Michael'ın ardından ne planlar dönmüştü de haberi olmamıştı. İnsanların birbirine ihanet etmesi için kan bağının hiçbir önemi yoktu. Hepsi midemi bulandırıyordu. Biraz odama çekilmeye ve olanları düşünmeye karar verdim. Keşke Michael hayatta olsaydı.

Odama girip kapıyı ardımdan kapattım. Tam gözlerimi kapatmış yatağa uzanmıştım ki doktor içeri girdi.
"Burada ne arıyorsunuz?!"
"Kusura bakmayın ama size anlatmam gereken bazı şeyler var."
"Kaldırabileceğimi sanmıyorum bugün öğrendiklerimi bilseniz şaşarsınız."
Meraklı mavi gözleriyle içtenlikle bana bakan bu adamda birden dedemi görerek ona sonsuz bir güven duydum ve ferahlama ihtiyacıyla o gün şahit olduğum tüm skandalları doktora anlattım.
Nedense şaşırmamışa benziyordu. Birazdan bana anlatacaklarıyla hem aydınlanacak hem de büyük ir coşkuya kapılacaktım...


Salona indiğimizde tören bitmek üzereydi. Salonun ayrı köşelerinde ihanetin başrol oyuncularını gördüm. Gizli köşelerde sinsice çevirdikleri dolapların anlaşılmayacağından emin bir şekilde rahatlamış görünüyorlardı. Küçük bir zevk pırıltısıyla yanımda duran ve bana sevecenlikle bakan doktora göz attım ve davetlileri uğurlamaya hazırlanan kürsüdeki anneme odaklandım. Birkaç dakika sonra herkese geldikleri için teşekkür ederken, doktorun; Michael'ın tabutunun yanında onu geri getirecek iğneyi yapmakta olduğunu fark etmemişti.

Yüzündeki kendinden emin ifadeye bir kez daha baktım.
"Burada ne yapıyorsunuz doktor?"
Doktor tabutun önünden çekilince derin bir nefesle birlikte dirilen Michael'ı gören davetlilerin çığlıkları eşliğinde bakışlarımı annemden babama kaydırdım. Herkes şok içindeydi. Olayların nasıl bu hale geldiğini kimse anlayamamıştı. Doktorun yardımıyla yavaşça tabutun içinden çıkan Michael annemin irileşmiş gözlerini görmezden gelerek kürsüde onun yerini aldı. Herkes sanki vebalıymış ve hareket ettikçe virüs yayıyormuşçasına bir adım gerilemişti.

"Merhaba sevgili dostlar. Açıkçası bu kadar çok sevenim olduğunu düşünmemiştim. Bana karşı olan son görevinizi yerine getirmeye geldiğiniz için hepinize teşekkürlerimi sunuyorum. Neyse ki sizi bu derin üzüntüden kurtaracağım. Ortada yas tutulacak bir durum yok. Yoksa ne yazık ki mi demeliyim?"
Son cümlede bakışlarını  annem ve babama kaydırdığı gözümden kaçmamıştı. Küçük bir nefesten sonra konuşmaya devam etti.
"Evet gördüğünüz gibi sapasağlam ve canlıyım. Doktor arkadaşımın da yardımıyla size küçük bir oyun hazırladık. Hastalık sürecim doğru olmakla birlikte ölümüm ve doğal olarak cenaze törenim de bir yalandan ibarettti. Tıpkı en başta hastalığıma neden olan kızım ve ortağımın sevgi ve sadakatlerinin yalan olduğu gibi... Bu düzmece ölüm hikayesinin iki nedeni var:
biri sevenlerimin kimler olduğunu öğrenmek, ikincisiyse şüphelendiğim bazı komploların ve ihanetlerin doğruluğunu ispat edebilmekti. Sevgili torunumun da maalesef bunlara şahit olmasıyla şüphelerim doğrulanmış oldu.
Sevgili kızıma; vasiyetnamemi değiştirdiğimi ve bütün malvarlığımın gerçekten öldüğüm zaman torunuma kalacağını bildirmek isterim.
Sevgili ortağıma; ona verdiğim vekalet yetkisini geri çektiğimi ayrıca şirketimizle ilişiğinin tamamen kesileceğinden emin olabileceğini belirtmek istiyorum.
Sevgili damadım; sana gelince en kısa zamanda kızımdan boşanıp bu şehri terk edeceksin yoksa sınır tanımayan faydacılığının karşılığını fazlasıyla kötü bir biçimde alacağını sana temin edebilirim.
Ve sevgili karım; ihanetin sonucunda sana açtığım davayı ve tek bir kuruş bile alamadan yok olman gerektiğini tahmin edersin.
Evet dostlar hepinize geldiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum."
Hayret nidaları eşliğinde biten konuşmanın ardından ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Michael'ın planının odağındaki dört kişinin kireç gibi olmuş yüzlerine baktığımda dedemin zekasına hayran olmadan edemedim. Ona sımsıkı sarıldım ve kulağına fısıldadım:

"Hayat devam ediyor."






18 Ocak 2013 Cuma

Artık Sahne Benim




Daha önce bu kadar üzülmüş müydüm hatırlamıyordum. Hayat hiç bu kadar amaçsız olmamıştı benim için. Kayıplarımın fazlalığı içinde eriyen kazançlarıma bakıyordum uzaktan. Sanki daha önce hiç güzel bir anım olmamış gibiydi. Her şey yerli yerindeydi ama ben başka bir gezegenden geliyordum sanki. Buraya ait değildim. Hiçbir zaman da olmamıştım. Beni bağlayan tutunmamı sağlayan her şey gitmişti elimden. Hayat balonum bir anda sönüvermişti. Hevesi kursağında kalmış küçük bir çocuk gibi eli boş kalmıştım.

Her şeyi denedim. Yeniden bir amaç bulabilmek, onun uğruna savaşmak için aklıma gelen her yola saptım. Ama olmadı işte, olamadı. Sonunda bu bataklıktayım. Sonumun ne olacağını bilmiyorum ve umursamıyorum da. Zaten nasıl olsa bu kısır döngüden çıkamam artık. Başlangıcım; nerede olduğunu hatırlayamayacağım kadar uzağımda ama sonum tam da burada başlıyor.

"O GÜN"

Bugün yaşadığım inden çıkıyorum artık. İçimdeki karanlık gölgeleri arkamda bırakıyorum. Her şeyi sonlandırmak için fazlasıyla ideal bir gün. Etrafta tahammül edemediğim her şey var. Parlayan güneş, sevinçle koşuşturan çocuklar, onları sevgiyle izleyen aileleri, öpüşen çiftler. Her şey midemi bulandıracak kadar mükemmel. Eserimin mesajı tam da böyle bir günde verilmeli işte. Yalnızlığa terk edilmiş bedenim bugün sergilenmeli sevimsizce.

"O GÜN" DEN 6 YIL ÖNCE

Bahçede ilerliyorum sessizce. Can sıkıcı misafirlerin konuşmalarından kurtulup şırıldayan süs havuzunun yanına geliyorum. Onu görmem bir saniyemi alıyor. Bana doğru yaklaşırken kalbimin hızına yetişemiyorum. Delici bakışlarını gözlerimin içine sabitliyor.
"Burada ne yapıyorsun?"
Bu büyüleyici sesi üç saat boyunca dinliyorum. Hayatımda yaptığım en tatlı sohbet dağılan konukların konuşmalarıyla bölünüyor. Tekrar görüşme sözü vererek ayrılıyorum onun yanından. Arkamı döndüğümde hala bana bakıyor. Yüzündeki anlaşılmaz ifadeye bir kez daha hayran oluyorum.

KARANLIK DÖNEMLER

Buraya nereden geldim diye düşünmeden edemiyorum. İşlerin bu noktaya geleceğini kim bilebilirdi ki? Ama bu düşünceler şimdi önümdeki tekinsiz adamın peşinde yeni hayatıma adım atmakta oluşumu değiştirmiyor. Sadece bunu o anda henüz bilmiyorum. Beni hayatımda hiç görmediğim ve ayak basmadığım dar sokaklardan geçiriyor. Gideceğimiz yere varana kadar yol kenarında inleyen evsizleri görmezden gelmeye çalışıyorum.
"Geldik" diyor.
Boyası dökülmüş koyu yeşil ahşap bir kapının önünde duruyoruz. Kapının ardında tavan arasına çıkan dar ve neredeyse çürümüş bir merdiven var. Yatak odasına girdiğimizde kapıyı kapatıp kilitliyor. Korktuğumu belli etmek istemiyorum ancak tir tir titriyorum.
"Bu ilk seferin mi?" diyor.
İçimden bir küfür savuruyorum. Çaresiz ve aptal gibi görünmek istemiyorum ki tam da öyleyim.
"Az laf çok iş" diyorum
Bir süre donuk bakışları yüzüme odaklanıyor. Sonra bir iç çekişle elime ilaçları ve tozları tutuşturuyor.
"Nasıl yapacağını biliyor musun?"
Parayı yatağın üstüne bırakıp tek kelime etmeden kilidi açıyorum ve dışarı çıkıyorum. Temiz havaya ihtiyacım var ama pis havayı soluduğum anda bir öğürme hissi geliyor ve yol kenarına kusuyorum. Duvara yaslanıp gözlerimi kapıyorum. Bir müddet kendime gelmeyi beklerken belimde bir çift el hissediyorum. Hışımla arkamı döndüğümde bana baktığını görüyorum.
"İyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş."
Gözlerine bakıyorum ve artık o kadar da korkutucu olmadığını fark ediyorum. Kendimi bırakıyorum. Uyandığımda parayı bıraktığım yataktayım. Yanımda yine o bakışların sahibiyle beraber...

"O GÜN" DEN 6 YIL ÖNCE

Tanışalı daha 6 ay olmasına rağmen ona sırılsıklam aşığım. Nasıl olduğunu bile anlamadığım bir anda kapılıverdim ve artık istesem de dönemem bu yoldan. Annemin saygıdeğer sözde dostlarından birinin benim gibi bu tür yapmacık ortamlardan sıkılmış olan fevkalade çekici oğluyla birlikteyim. Bende ne bulduğuna dair en ufak bir fikrim yok ancak sorgulamaktan yana değilim. Onunla geçirdiğim her anın tadını çıkarıyorum. Sorgulamadan ve irdelemeden...

"O GÜN"

Parkta dikkat çekmeyen bir banka oturuyorum. Ağaçların gölgesi beni gizliyor. Meydandaki heykele odaklanıyorum. Planımı kurgulamak için belli bir süreye ihtiyacım var. Bütün malzemelerim yanımda. Sadece bu işi yapmaktan emin olup olmadığımı anlamam gerekiyor. Birden yanımdaki esintiyle irkiliyorum. Dönüp baktığımda donakalıyorum çünkü aynı ona benziyor. Beni en büyük hayal kırıklığına uğratan sevgilime. Her şeyiyle aynı. Kullandığım uyarıcılar yüzünden halüsinasyon gördüğümü düşünüyorum. Sonuçta ilk defa başıma gelen bir şey değil. Gerçek ya da halüsinasyon; o anda birazdan yapacağım şey için emin oluyorum. Bu midemi bulandıran dünyaya ve içindeki iğrenç mutluluk oyunu oynayan insanlara son hediyem olacak.

KARANLIK DÖNEMLER

Buraya giderek alışıyorum. Ona kısaca Bahisçi diyorlar. Bana asla gerçek ismini söylemedi. Ben de sormadım. Geride kalan hayatımı tamamen unutmak istiyorum. Önceki düzgün ve kurallar içindeki yaşantıma göre oldukça hastalıklı, bir o kadar da zevkli bir ilişkimiz var. Bana ihtiyacım olan şeyleri veriyor ben de ona... Ona bağımlıyım, ondan besleniyorum, onu sömürüyorum, onu kullanıyorum ve onu seviyorum. Beni bütün bu pisliğin içine çekmiş olmasına rağmen ondan vazgeçemiyorum. Çünkü bana asla ihanet etmeyeceğini biliyorum.


"O GÜN" DEN 5 YIL ÖNCE

Artık her şey hazır. Bugün büyük gün. Hayatımdaki tek gerçek ve en önemli insanla evleniyorum. Birazdan odamdan çıkacağım ve beni alıp hayalini kurduğum dünyaya götürecek. Bu hasta ruhlu oyuncak bebek dünyasından çok çok uzaklara. Sonunda çıkarcı annemden, mükemmeliyetçi babamdan ve şımarık kardeşlerimden ebediyen kurtulabileceğim. Bu sahte gösterişli peri  masalı cehenneminden kaçıp kendi masalımı yazabileceğim. Son kontrolleri yapıyorum, aynada kendime bakıp memnuniyetle karışık bir gülümseme takınıyorum ve odadan çıkıyorum. Geç kaldı. Giyinme odasına göz atıyorum ancak orada değil. Babamın çalışma odasına gidiyorum. Genelde birbirleriyle konuşmayı seviyorlar ya da birkaç bardak içki içmeyi. Sesler duyuyorum ancak bu babamın sesi değil. Sevgilimin annesiyle konuştuğunu duyuyorum. Bir anlık kararsızlıktan sonra kulak kabartıyorum. Önce duyduklarıma inanmak istemiyorum ancak yavaş yavaş her şey anlam kazanmaya başlıyor kulaklarımda. Gözlerim kararıyor. Bilmem gereken her şeyi duyduktan sonra gerisini hatırlamıyorum.

Beyaz ışık gözümü alıyor. Kulaklarım uğulduyor. Başım çatlayacakmış gibi. Annem ve babam başımda bekliyorlar. Gözlerimden ılık yaşlar süzüldüğünü hissediyorum. Annem başucuma geliyor. Ona sıkı sıkı sarılıyorum.
"Yağmurdan kaçarken doluya tutuldum. Kurtar beni bu kabustan."
Beni kendinden uzaklaştırıyor ve yataktan kalkıp odanın uzak bir köşesine gidiyor. Onun yerini babam alıyor bu sefer. Anlamayan gözlerle bakıyorum.
"Onları duydum. Her şey yalanmış. Beni sevdiği falan yok. Her şey para için. Bizden para koparmaya çalışıyorlar."
Babamın anlattıklarıyla daha da yıkılıyorum. İşin aslının öyle olmadığından ve kritik olan ekonomik durumumuzdan ve bunun  gibi saçmalıklardan bahsediyor. Bu birleşmeyle aynı zamanda şirkette olacak ortaklıktan, sevgilim dediğim yalancı adama verdikleri paradan, benden her şeyi gizlediklerinden ama artık bu sorumluluğu üstlenmem gerektiğinden, sevgilimin annesinin aslında annesi değil teyzesi olduğundan, yasal miras işlemlerinden ve daha bir sürü sahtekarlıktan bahsediyorlar. Daha fazla dinlemek istemiyorum. Benim için her şey bitiyor.

KARANLIK DÖNEMLER

Buraya gelene kadar çok düşündüm. Benim için çok önemli olan değerleri kaybettikten sonra ağır bir depresyonun içinde düştüm. Baskılar ve zorlamalar, yalandan bir evlilik, zorla sahip olunmuş ve şiddet içeren bir hakimiyet ve daha nice kabus dolu günler. Ailem dediğim insanlar için yaptığım fedakarlıktan sonra beni bir çöp gibi gözden çıkarmalarını izledim. Ben onlar için sadece bir piyondum.

Bunlar şu anda çok uzaktaymış gibi geliyor. Boş gözlerle Bahisçi'ye bakıyorum. O da bana bakıyor. Sadece her zamanki tutkulu bakışlarla değil ancak bir ölünün sahip olabileceği donuk gözlerle. Kaç dakikadır orada dikildiğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Her şey bitti dediğim anda bile bu kadar dipte olduğumu hissetmemiştim. Elim yanıyor. Nedenini anlamak için bakıyorum ve o an her şey belirginleşiyor. Kırık vazonun elimde bıraktığı yarıkları görmemle her şey daha da netleşiyor. Az önce olan kabusu, gördüğüm korkunç halüsinasyonları ve Bahsçi'nin üstüne saldırışımı hatırlıyorum. O sırada bana Bahisçi'den çok bir iblismiş gibi görünen Bahisçi... Vazo parçalarını yere fırlatıyorum. Bugün ikinci hayatımın da sonuna geldim. Yer değiştirmenin zamanı geldi. İhtiyacım olan ve Bahisçi'nin sonunu hazırlayan malzemeleri hapları ve şırıngaları alıyorum. Sokağa çıktığımda bu kokuşmuş çöplükten kurtulduğum için mutluyum. Pis kokuyu içime çekiyorum.Artık ilk günkü gibi midemi bulandırmıyor. Ben buraya da ait değilim ve ait olduğum yere gidiyorum.

"O GÜN"

Üstümdeki kurumuş kan lekeleri kimsenin dikkatini çekmiyor. "Şimdilik" diye düşünüyorum. Birazdan bunca yıl karanlıkta yaşamış bir vampir misali güneşe çıkıp kendi sonumu hazırlayacağım. Ayağa kalkıyorum. Meydandaki heykele doğru yürürken insanlar beni fark etmeye başlıyor ve korkunç görüntüme baktıklarında yüzlerinde gördüğüm dehşet ifadesinden garip bir haz alıyorum. Kanlı kazağımı çıkarıp yere atıyorum. Böylece kollarımdaki acımasız morluklar gün yüzüne çıkmış oluyor. Heykele doğru ilerlemeye devam ediyorum. Artık sahne benim.

"O GÜN" DEN 3 YIL ÖNCE

Eziyetin 64. günü: Bu kadar kötü biri olduğunu tahmin etmemiştim. Benden nefret ediyor. Bu zorunlu mahkumiyete isyan edercesine iğrenerek bakıyor bana. Beni bir an bile olsun sevmemiş. Ne diyebilirim ki? Mükemmel bir oyuncu olduğunu anlıyorum. İlk geceyi asla unutamayacağım. Bir rüya olmasını beklediğim evliliğimizin ilk gecesi. Kabuslarımın ilk günü. Nasıl hasta ruhlu biri olduğunu anlatmama rağmen gözlerini para hırsı bürümüş olan ve beni bu iğrenç adamın kollarına atıp gittikten sonra her gün sabretmemi söyleyerek beni boşu boşuna ümitlendiren, sözde ailemden umduğum yardımı göremeyeceğimi anlamamdan önceki son 33 gün. Katıksız sevginin nasıl sade nefrete dönüşebildiğini görseniz şaşarsınız. Buradan kurtulmak için yardıma ihtiyacım var. Hem de hemen.

"O GÜN"

İnsanların yüzündeki dehşet daha da artıyor. Sabırsızca gülümsüyorum. Önceden, çektiğim eziyetlerin meyvesi olan bu morluklar şimdi unutma yöntemimin; aklınıza gelebilecek her türlü uyuşturucu çeşidinin kanıtını oluşturuyor. Hayallerle dolu güzel hayatımın eserleri... Heykelin küçük basamağına çıkıyorum. Beni gören bir çocuk ağlamaya başlıyor ve parmağıyla beni annesine gösteriyor.
"Seni küçük aptal!" diyorum ona.
Bu korkunç görüntümün yarattığı çifte dehşetin etkisini arttırmak için de fısıldıyorum. Delirmenin eşiğine geldiğimi fark edip sevinmeye başlıyorum. Biraz önce son kez enjekte ettiğim küçük hediyemin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Sona çok az kaldı artık. Daha yakın olamazdı gerçeklik.

KAÇIŞ

Bunca yıllık eziyetten sonra bugün kurtulmaya karar verdim. Hayallerime ve bu iğrenç dünyaya veda edip kendimi atacağım bataklığa doğru kaçışımın ilk günü. Heyecandan kalbimin sesini duyuyorum. Küçük bir davul gibi çırpınıyor içimde. Nefesimi kontrol edemiyorum. Gözüm seğiriyor, başım zonkluyor. Bana doğru yaklaşıyor işkencecim. Ona son bir kez bakıyorum. Zevkten dört köşeyim. Arkamda sakladığım bıçağı elim nereye denk gelirse saplıyorum. Her saplayışta biraz daha keyifleniyorum. Nefes almayı bıraktığında ayaklarımın dibine yığılmış olan bedenini tekmeliyorum. Eziyetlerine teşekkürlerimi sunarak tükürüyorum ve yarım kalmış içkisini bir dikişte bitirip sessizce evden çıkıyorum. Nereye gideceğimi biliyorum. Bahisçi diye birinin adresi yazılı cebimdeki küçük kağıtta. Onu bulmak zor olmadı. İlk kez zor zamanlar geçirmiyorum. Tek zor zamanlar geçiren ben değilim. Bana ona giden yolu gösterenler şimdi hayatlarının belki de en güzel dönemlerindeler. "Hayallerle dolu" kendi dünyalarında bir günlerini bile ayık geçirmiyorlar. Onlara özeniyorum. Acınası ailemin işkencecimi bulacakları anı hayal ediyorum. Bitişikteki evden bizimkine gelmeleri çok uzun sürmese gerek. Benim yaptığımı anlayacaklar ama eğer ifşa ederlerse; beni kullanarak ve bu işe alet ederek kapılarını araladıkları bir sürü yolsuzluğu da açıklamaları gerekecek. O yüzden daha şimdiden aklandım. İkinci hayatım başlıyor.


"O GÜN"

Artık dakikalar kaldı. Bir kadının park görevlisiyle yaklaştığını görüyorum. İşimi çabuk halletmeliyim. Bu sahte cennet bana sahteliklerle dolu olan ilk hayatımı hatırlatıyor. Artık üçüncü bir hayat yok. Sadece huzur verici boşluk... Derin bir nefes alıyorum. Artık daha hissizim. Bıçağımın parıltısı bir an bana iyice yaklaşan park görevlisiyle kadının gözünü alıyor. Gözlerini kısıyorlar. Görüş alanları netleştiğinde artık ben orada değilim. İlk ve ikinci hayatımı bıraktığım bu dünyada, arkamda sadece kesik bir boğazdan fışkıran kanlarımı bırakıyorum. Normal değilim biliyorum. Hiçbirimiz normal değiliz ve bütün bunları sonuna kadar nasıl anlatabilmiş olduğuma ben de şaşırıyorum. Ruhum bedenimden ayrılmış olsa bile sözlerime devam ediyorum. Bütün bu mutlu insancıkları asıl dünyanın gerçekliğinden haberdar ettim.

Artık sahne benim!




16 Ocak 2013 Çarşamba

Umut Sorumlu

Umut; hep bizi bekleten
Yarına kadar sabretmeye iten
Her şeyin en tehlikelisi
Ve yine umut; beklentilerin en yükseği

Umut; zapt etmeyi öğreten,
İçimizdeki kinle nefreti.
Umut; hep baştan başlamayı seçtiren,
Görmezden gelerek gerçekliği.

Umut; aptalca bir hayalin peşinde koşturan
Her şeyi sil baştan yaptıran
Etrafı yok saydıran
Ve yine umut; en büyük düşman

13 Ocak 2013 Pazar

" ? "




Niye herkes aynı? Niye hep aynı şeyler? Niye aynı replikler, aynı duygular, aynı kokular, aynı tatlar?
Niye değişmez hiç insan? Niye değişmez yaşananlar? Niye tekerrür eder tarih kendini?
Niye bu kadar sıradan hayat, bu monotonluk? Ne bu kısır döngü ve niye?

Neden hiç bir farklılık yok? Neden zaman geçmesine rağmen bir gelişme yok? Neden gerçekleşmiyor dönüşüm?
Neden hep aynı döngü etrafında dönüyor evren? Neden her gün bir önceki günün aynısı?
Hissettirdikleri neden değişmiyor insanların? Neden her şey sınırlı o sınırın ötesinde değişen bir şey yok?
Neden zirveyi gördükten sonra geriye dönüş? Neden son noktanın arkasını merak etmek yok sonra hemen düşüş?

Niye bu kadar çok soru, bu kadar az zaman, bu kadar karmaşık cevaplar? Neden bütün bu zorluklar, zorlayışlar?
Nedir bu anlaşılmazlık, çözümsüzlük, bilinmezlik? Nerede netlik,saflık, basitlik, sadelik? Neden etrafı sarmış bu sığ kokulu banellik? Neden hep kötü bir şey olduğunda "kader.." deyip kabulleniş?

Nerede emek? Nerede çaba? Neden bu üşengeçlik? Herkes niye aynı? Bakışlar, dokunuşlar kopyala yapıştır! Nedir bu klonlaşma? Neden hep tekrar ve tekrar yeni başlangıçlar aynı son? Orijinallik nerede? Anlık sürprizler nerede? Hevesle tutunulacak sebepler nerede?

Bu mu hayat? Bunun için mi her şey?

Hangi zamandayız? Hangi yüz yıl? Nerede bu gezegen? Zaman algımız nerede başladı nerede bitecek? Farklı gün mü bugün? Daha bir saat öncesinde değil miyiz? Neden bu aynılık? Kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yapıştır kopyala yap..... kopya...


.................................................



Niye herkes aynı? Niye hep aynı şeyler? Niye aynı replikler, aynı duygular, aynı kokular, aynı tatlar?
Niye değişmez hiç insan? Niye değişmez yaşananlar? Niye tekerrür eder tarih kendini?
Niye bu kadar sıradan hayat, bu monotonluk? Ne bu kısır döngü ve niye?

                                             

Olgunlaşmak

Nedir olgunlaşmak?

Kendini sevmek, hatalarını kabullenmek, başkalarının senin hakkındaki düşüncelerini kafaya takmamak, geçmişten pişmanlık duymamak, hayatla ve kendinle barışık olmak, kabullenmek, pişman olmamak, geriye bakmamak, şikayet etmekten vazgeçip güzel anıların, anın tadını çıkarabilmeyi öğrenmek, başkalarına özenmekten vazgeçmek, kendine alışmak, kendini tanımak, hatalardan ders çıkarmak, çabalamak ama başaramayınca kabuğuna çekilip pes etmemek, kendinden sıkılmamayı başarabilmek, sırf sende olmadığı için istediğin şeyleri takıntı haline getirmemek, bazı şeylerin olmayacağını kabullenmek, duygu ve düşünceleri abartmamayı öğrenmek, tavsiye almak ama başkalarının düşüncelerine göre hareket etmemek, ne istediğini, neyle mutlu olacağını, nasıl tatmin olduğunu keşfetmek, hedefini belirleyebilmek, çok fazla şey beklememek, gereğinden fazla güvenip anlam yüklememek, hayal kurmak ama hayalperestliğe kapılmamak, kendinle baş başa kalabilmek, yalnızlıktan korkmamak, her insanın birbirinden farklı olduğunu kabul etmek, birey olmanın verdiği zevkin tadını çıkarabilmek, sevdiğin şeyleri, eğlencenin senin için ne ifade ettiğini, nelerden keyif aldığını belirleyebilmek, sevmeyi, fedakarlığı, saygı duymayı, sınırları aşmamayı öğrenmek, anlık heyecanlardansa kalıcı mutlulukların daha önemli olduğunu kavrayabilmek, ortak noktalarda buluşabilmek, kendine saygı duymak ve kendinden ödün vermemek adına "hayır" diyebilmek...

İnsan bunları başardığı zaman mutluluk zincirinin en önemli halkası "iç huzurunu" yoluna koyabilir.Hayata bir kere geldiğimiz düşünülürse anlık ve yorucu telaşlardan vazgeçip kendi içimde dinginleşmek, her dakikanın tadını çıkarmayı bir an önce öğrenmek istiyorum. Ben olgunlaşmak, daha da olgunlaşmak istiyorum...

9 Ocak 2013 Çarşamba

Kurgu

Ben hazırlıksız yakalanmayı hiç sevmiyorum. Bir olay iyi de olsa kötü de sonuçlansa önceden hazırlıklı olayım, olayı ben yönlendireyim ya da benim yönlendirmemle başlasın istiyorum. Benim başlatmadığım, kontrolünü elimde tutmadığım olaylar zincirinin içinde kaybolmaktan nefret ediyorum. Başkasının sunduğu fırsatları kaçırdığım için üzüleceğime kendi seçimimle girdiğim yolda hüsrana uğramak; içimin daha rahat olmasını sağlıyor tuhaf bir biçimde.

Bu elimden geleni yaptığım kafamdaki kurguyu kurguladığım anlamına geliyor. Bir nedenden ötürü kafamda olaylar kurguluyorum onları kendi yöntemimle sonuçlandırıyorum ve bunu hayata geçirmezsem bir türlü huzuru bulamıyorum. Tek çocuk olarak büyürken oynanan tek kişilik oyunları iki kişiye hatta belki daha da fazla çıkarma mecburiyetinden midir bilinmez kafamdaki kurgulama mekanizmasına hakim olamıyorum. Hazırlıksız yakalanmak benim için bir öykünün kurgulanmamış henüz matbaaya hazır olmayan parçası. Bu şekilde eksik bir parçanın devreye girmesi, çarşaf gibi ortaya serilmesi bana yanlış geliyor. Benim kurgulamadığım hikayenin gerçek olması yanlış sonucu veriyor bana göre. En azından iç huzurum açısından böyle. Benim istediğim veya yönlendirdiğim biçimde gelişmeyen hiç bir şey benim gözümde tamamen bitmiş veya tamamen olmuş demek değil. Benim dokunuşumun değmediği hiç bir sihir gerçekleşmeye müsait değil.

Sonuç doğurmasını beklediğim şeyin karşıdan beklediğim zaman içinde bile benim istediğim yönde ve kafamdaki kurguya uygun olması gerekiyor. Yani beklerken ve hiçbir şey yapmamam gerekirken bile benim yöntemimle olmalı. Yapmamam gereken şey hakkında bir şeyler yapmalıyım. Bu sabırsızlıktan mıdır takıntılı olmak  mıdır emin olamasam da alerjik bir kaşıntı gibi etrafımı saran kontrolüm dışındaki olayların gelişimi fena halde sinirimi bozarken, ben hazırlıklıyken, beklediğim şekilde ortaya çıkan her türlü olay ya da beklenen sonuç beni sonsuz bir tatmin duygusuna ve ferahlığa yöneltiyor.

Sanırım bu da başkasında görsem eleştireceğim veya sinirimi bozacak olan bir kusur ama insan kusurlarına alışamazsa ve onları sevemezse kendini de sevemez ve ben kendimi sevmek istiyorum. Kimsenin beni sevmediği zamanlarda bu boşluğu kendime verdiğim sevgiyle doldurmak istiyorum. O yüzden de kendimi tanımaya çalışıyorum. Kimseyi tanımaya uğraşmak için çabalamayan ben; harcamaya üşendiğim bu vakti kendim için kaybediyorum. İşte bu yüzden bunca analizler, tetkikler ve daha nicesi...