15 Ekim 2012 Pazartesi

Saklambaç

Susuyorum her şeyi içimde saklıyorum
Onlara iyi bakıyorum her geçen gün büyütüyorum
Böylesi daha iyi
Böylesi daha güvenli

Gösteriş yapmıyorum
Etrafa döküp saçmıyorum
Çünkü böylesi daha temiz
Her yer tertemiz

Kendime her sakladığım sır birer deniz olur kalbimin ortasında
Tuzlu kokusu gelir burnuma
Bildiklerimin sahilinde yürürüm usulca
Kimseye seslenmeden

Haber vermeden gelirler ansızın
Onlara gözüm gibi bakarım her zaman
Sarmaşıklar gibi sararlar bedenimi
Üşüdüğümde onlar ısıtır beni

Kimse yokken yalnız kalmayı öğretirler bana
Anlatacaklarım varken onlar dinler beni
Bir kuş gibi özgür olurum sonra
Kollarımı kanat yapar uçarım içimdeki hayali mekanlara



10 Ekim 2012 Çarşamba

Bir Var Bir Yok

Hiç durmadan yürüyorum hızlı adımlarla. Ne fazla yavaş ne de gereğinden hızlı. Ara ara koşuyorum, ensemde soğuyor terler. Düşünüyorum, mütemadiyen düşünüyorum.  Eskileri seviyorum, büyük bir özlemle anıyorum. Antikanın ruhu sarıyor beni. Ne hissedilmeyecek kadar az ne de boğucu fazlalıkta. Az biraz tam kararında. Zaman zaman kendimi tekrar ediyorum biliyorum ama elden ne gelir?

Düşünüyorum mütemadiyen. Lakin düşünsem de cevabı bulamıyorum. Demek ki yeterli düşünemiyorum. Bazen değişmek istiyorum. Kabuğumdan hoşnut değilim. İçimdekileri açığa vurmaya, herkese tanıtmaya ihtiyacım var. Sonra vazgeçiyorum, sadece kendime saklıyorum. Onlar bana özel. Her şey bana özel olsun istiyorum. Kıskanıyorum, hırslanıyorum, pısıyorum, tırsıyorum, normale dönüyorum. Tozutuyorum, normale dönüyorum, dengemi buluyorum. Yola devam! 

Karşıma çıkan engelleri görmezden gelip halı altına süpürüyorum sadece. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın! Ufak taşlara kendileri kadar küçük tekmecikler atıyorum. Yeni yeni kelimeler üretiyorum, yeni bir dil çıkarıyorum. O dili sadece ben biliyorum ve ben konuşuyorum. Önceleri zevkli. Tarifi olmayan bir haz sadece bana özel bir şeyin bulunması. Sonradan sıkılıyorum, darlanıyorum, boğuluyorum ,nefes alamıyorum. Çaresizim, dertliyim, çözümsüzüm. Ben bir problemim ve cevap anahtarında bile yok benim cevabım. Çözümsüzüm. 

Giderek daha da tıkanıyorum. Vücudumu taşıyamıyorum daha fazla, kendimi bırakıyorum. Dizlerim kıvrılıyor yere düşüyorum yüzükoyun. Yerdeki tozları, karıncaları seyrediyorum. "Bize katıl." diyorlar "Değişiklik olur." Onlara hak veriyorum, peşlerine takılıyorum. Sadece; ben değil de leşim eşlik ediyor onlara. Ve işte tam burada son buluyorum. Ben buyum ve şimdi gidiyorum.

Kara Deliğin İçi Boş Çukur




Çok istediğimiz bir şey bizim olmayınca "sadece tek bir şey istemiştim" deriz. Halbuki o tek şey içinde birçok şeyi barındırır. Aslında o "tek istediğimiz şey" yanlış şeydir. Biz yanlış olanı istemişizdir. Yanlışlar zincirinin ilk halkası, ilk istenilen yanlışlıktır ve felaketlerin devamı gelmesin diye sonun başlangıcı hiç gerçekleşmez. O çok istenilen "tek bir şey" bizi sarıp sarmalar, boğar ve sonunda hayat pınarımız, hayata küçük bir nefes molası olarak başlayan şey; bizim sonumuz olur. Yer bitirir, içten içe kemirir ve en sonunda bizi bitirir.

Gerçekleşmeyen şey her zaman çok bilinmeyenli denklem olarak kalır ve en çok istenilen objeye, bir arzu nesnesine dönüşür. İçinde bulunduğu tehlikeli kara deliğin dibinden bizi çağırır, yavaş yavaş içine çeker. Halbuki bilsek de kabul etmeyiz o gizemli kara deliğin aslında alçak bir çamurlu çukurdan ibaret olduğunu.

Bu çamurlu çukuru tanıyana kadar hayallerimizi süsleyen bir görüntüden ibarettir sadece. Bize kendini dünyanın en güzel varlığı olarak gösterir. Daha doğrusu onun bir şey yapmasına gerek kalmaz biz kendiliğimizden onu dünyanın sekizinci harikası olarak görürüz. Çünkü o ulaşılmamış olandır. El değmiş de olsa bizim dokunamadığımızdır, bizim kutsal bakire topraklarımızdır.

Sadece bize ait olsun isteriz ya da herkes sahip olduysa tadına bir de biz bakmak isteriz. Merak kediyi öldürür derler ya, o hesap; elde etme uğruna takındığımız hırslı tutum bizi içten bitirir haberimiz olmaz. Gözlerimizi açtığımızda arzu nesnesi de yok olmuştur, onun peşinde bir mum gibi eriyen kendi ruhumuz da. Bedenimiz kalmıştır bir tek yadigar. O "sadece tek bir şey istemiştim" yakarışı  sahip olduğumuz tek şeyi geri almak için yakarır şimdi artık çok geç olduğunu bilerek: "ruhumuzu". Elimizde olmayan aldatıcı kara deliğin peşinden koşarken elimizdekinden de olmuşuzdur kim bilir neler uğruna.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Koz

Bana bir koz ver
Düşünmeyi bırakıp buz kesmem için elime bir koz ver
Sebepsizce sevmeden önce
Gözlerimin açılmasına izin ver

Geldiğin gibi git şimdi
Daha fazla yaklaşmadan
Tehlikeli sulara bulaşmadan
Bacalar tutuşmadan git hemen şimdi

Vakit kaybedersen çok geç olabilir
O zaman belki de kimse durduramaz bu süreci kim bilir
Ama bana bir koz ver ki
Sebepsiz sevmeler her an başlayabilir

Sanma ki bu ilk
Benim içime işleyen ne sensin ne de bendeki değişiklik
Sadece alışkanlık benimki
Şimdi sen de kat götür beni rüzgarına adını da koy: "sensizlik"

Vardığında haber verme bana
Bana bahşedebileceğin tek hediye
Seni benden uzaklaştırmak olacak netice
Bana öyle bir koz ver ki görmesin seni gözüm hiçbir yerde

Ben istemedim gelmeni
Kendi ayakların getirdi
Önüme kadar uzanan yolun yanlış şeridindesin
Elime bir koz ver ki gönderebileyim seni geri

Hiç var olmamış gibi yok ol şimdi
Gözümü açtığımda gitmiş ol
Ne sen sor bir şey ne de ben göstereyim içimdekileri
Sen bana bir koz ver yeter ki aklımdan silip sökeyim getirdiğin esintiyi



Beynimle Çekişmelerde

Kafamda hiçbir şey olmasın istiyorum. Bomboş olsun kafamın içi, hiçbir şey düşünmeyeyim. Çünkü biliyorum ki, düşünürsem takıntı yaparım ve gece gündüz aylarca çıkmaz o kafamdan. Çok kötü bir özelliğim var benim. Geçen zamana ayak uyduramıyor hafızam. Eskiyle yeniyi ayıramıyor. Eskiden nasılsa yeni hali de o şekilde devam edecekmiş gibi düşünüyor. Böyle olmayınca da bocalıyor haliyle. Alışkanlıklarımdan kopamamamın da büyük etkisi var bence bu özelliğimin üstünde. Çok kötü, çok yorucu bir şey bu. Bazen aptallara özeniyorum. Bugünden ötesini, bir dakika sonrasını düşünemeyenlere gıpta ediyorum bazen. Kafaları öyle rahattır ki onların, bulutların üstündeymişçesine rahattırlar. Bense bir şeyi düşünmeye başladım mı o rahatlıktan eser kalmıyor. Beynim düşündüğüm şeyi ıncık cıncık ediyor, deşiyor, irdeliyor, ters çeviriyor, düz yatırıyor, senaryolar yazıyor; bir türlü rahat bırakmıyor.Öyle yorucu ki bu durum; sanki fiziksel bir faaliyette bulunmuşçasına, kilometrelerce koşmuşçasına yoruluyorum, ağrıyor her yanım. Kıskanıyorum kafasında evirip çevirecek şeyleri olmayanları.Tam kafam duruldu derken beynim yine çıkarıveriyor karşıma beni yoracak, kendini uğraştıracak meşgaleleri. Boş duramıyor hiç. Etrafında bin türlü tilkiler dolanırken beni de alet ediyor oyunlarına. Kendisi kadar dinamik olamadığımı unutuyor her seferinde. Ben ne kadar dingin ve huzurlu bir hayat istiyorsam o da bir o kadar rahatsız edici, diken üstünde, bin türlü düşünceyle boğuştuğu bir hayat istiyor. Can atıyor kafaya takacak yeni şeyler bulabilmek için. Ben bir taraftan çekiştiriyorum düşünceleri kafamdan atmak için o bir taraftan içeri geri sokmaya çalışıyor. Dedim ya daha dinamik diye, galip geliyor benim yorgun düşmüş üşengeç kollarıma. Sakince sokuveriyor düşünceleri tekrardan içeriye. Sığmıyorlar artık içime. Açamıyorum hiç kimseye. Onlar içimde dolandıkça daha da sivriliyor üzerinde oturduğum diken. Beynim parçalara ayrılıyor bu sefer ne tarafa koşacağını hangi düşünceye zaman ayıracağını şaşırıyor. Haliyle bu da beni yoruyor. Kendi halindeyken ne de güzel anlaşıyoruz onunla halbuki. Uslu durmuyor bir türlü. Bin dereden su getiriyorum başıma üşüştürdüğü saçmalıklardan sıyrılabilmek için ama nafile. Rüyalarıma da tecavüze yelteniyor namussuz! Bırakmıyor bari uykumda rahatça dolanayım, bilinçaltıma da sızıyor içeri zorla soktuğu düşünceler. Rüyalarımda bin kat daha olmadık senaryolarla harmanlanıp, uyandığımda iyice şaşkına çeviriyorlar beni bu düşünceler. Huzurdan eser kalmamış zaten, bir de uykumdan oluyorum. Ne kadar süreceği belli olmuyor hiçbirinin. Bir başka düşünce gelene kadar kalıyor bazen. Bazen de senaryolar kurmaktan sıkılıyor beynim atıveriyor onu istila eden düşünceyi dışarı. O zaman rahat bir nefes alıyorum ve yeni bir düşünce sokmasın aklıma diye ona hiç ilişmiyorum. Ne zaman ki oynayacak başka bir oyun buluyor, tekrar üşüştürüyor saçmalıklarını başıma. Bu böyle kısır döngü gibi dönüp dolaşıyor, ucu bana dokunuyor. Sarf ettiğim efordan daha fazla yoruluyorum sonucunda da. Keşke diyorum bomboş olsa içim düşünmesem hiç, kurmasam. Kıskanıyorum kafası boş olanları, çok kıskanıyorum; boşluğun verdiği rahatlamayla huzura erip, havalarda uçarcasına yaşayanları.


Nedir Asıl Aşk?

Aşk: Mısır gevreğini kutusundan yemek
Aşk: Kahveyi içmeden önce burnuma gelen kokusunu içime çekmek
Aşk: Okuduğum bir kitapta beni gülümseten bir cümle
Aşk: Sadece arkadaşımla benim aramda olduğunu bildiğim küçük gizlilikler
Aşk: Nezle olduğum günün ertesi sağlıklı uyanmak
Aşk: Bir iki saat daha fazla uyumak
Aşk: Yorgun bir günden sonra koltuğa yayılıp boş boş televizyona bakmak
Aşk: Çok açken yediğim herhangi bir şeyin o enfes tadı
Aşk: Komik bir resim gördüğümde yüzüme yayılan gülümseme
Aşk: Kendime göre önemli bir işi hallettiğimde içimdeki ferahlama
Aşk: Fırındaki yemeğin piştiğini haber veren "çinn" sesi
Aşk: Rengini çok beğenerek aldığım ojeyi ilk sürdüğüm an
Aşk: Benim esprim nedeniyle olduğunu bildiğim bir kahkaha
Aşk: Ayakkabı vurduktan sonra eve adım attığım an
Aşk: Sokakta şirin bir kediyi sevdiğimde hissettiğim mutluluk
Aşk: Sonuç rezalet dahi olsa kendi emeğim sonucu ortaya çıkardığım herhangi bir eser
Aşk: Küçüklük fotoğraflarıma baktığımda yaşadığım hüzün-sempati karışımı burukluk
Aşk: Ertesi günün tatil olduğunu bilmenin huzuruyla geç daldığım uykular
Aşk: Tek bir günün (doğumgünümün) bana ait olduğunu bilmenin hazzı
Aşk: Bozuk olan moralimi anında düzelten şipşak aışverişler
Aşk: Güzel çıktığım bir fotoğrafa bakmak
Aşk: Beğendiğim bir filmden çıktıktan sonra yüzümde oluşan tebessüm
Aşk: Yatağa yattığım anda sıcacık yorganı ve yastığın soğuk tarafını hissettiğim an
Aşk: Cüzdanımdan bozuk para çıkınca duyduğum mutluluk
Aşk: Güzel bir şarkıyı bıkana kadar dinlemem
Aşk: Kendimden zaman zaman şikayet edip zaman zaman kendimi övmelerimdeki kendini tanıma duygusu
Aşk: Susadığımda kana kana içtiğim suyun verdiği tat
Aşk: Buzdolabında sevdiğim yemeğin olduğunu görmem
Aşk: Çikolatanın ağzımda yayıldığı an ve geride bıraktığı lezizlik

Ve daha niceleri...
Bence bunlardır asıl aşk. Diğeri gibi kuvvetli olmayabilir belki daha kısa süreli de olabilir ama asıl aşk gittiğinde bunlardır elimde kalan. İstediğim zaman yaratabileceğim, anlık da olsa diğerinden çok daha mutluluk verici, çok daha basit, çok daha sade...





Öteki Yüz

Neşeli olmak bazen çok tehlikeli olabiliyor. O anın hevesiyle olmadık şeyler yapabiliyor insan. Karamsarlıkla aşırı bir enerji patlaması arasındaki dengeyi tutturabilmek gerekiyor. Tutturamayanın vay haline. Anlık kararlar ve duygu patlamalarıyla hareket eden biri olarak "öfkeyle kalkan zararla oturur" sözünün tam tersini de yaşamak mümkün. Hatta an meselesi. Duyguları kontrol altına almak bazen çok tehlikeli bazen de çok faydalı. Yeni  yeni yürümeye başlamış bir bebeğin heyecanıyla harekete geçen duyguları zapt etmek çok güç olabiliyor bazen. İçinizde neşe yeşerirken dışarıda karamsarlık rüzgarları hakim olabiliyor. Dertlerin en dibinde yüzerken aslında ortada hiçbir neden olmayabiliyor. Bir an kendinizden nefret ederken bir dakika sonra dünyanın en güzel olayı vuku bulabiliyor.
İnsanın kendini tanıması aşamalı bir durum. Dikenli yollardan geçmek de gerekebiliyor, pamuk şekerlerin üstünde sarıp sarmalanarak da tanıyabiliyor insan kendini. Şimdi baktığımda geçmişimle bir yabancıyım sanki. O başka birisi ben başka biri. Selam ediyorum sessizce; anlayamadığım, tanımadığım başka bir "ben"e. Şimdi olsa yapmazdım dediklerimi yine olsa yine yapacağımı biliyorum içimde. Aynaya baktığımda tanımadığım bir yüz karşılık veriyor bana. Arkamı dönüyorum o üçüncü tekil kişiye, tanımazlıktan geliyorum. Ertesi gün tekrar baktığımda yine büyümüş, yine değişmişim. Eski günleri arar oluyorum. Her geçen an bir önceki anı biraz daha özlüyorum.İşte bu anlarda yaşanan duygu patlamalarına vuruyorum zinciri. Kendimi tutuyorum bir başka bene yaklaşmasını, onu tanımasını engelliyorum.
"Anlamadığı şeyden korkar insan. Korktuğu şeyi de ömür boyu anlayamaz." Bu bir kısır döngü işte. Tanımak istedikçe daha da yabancılaşıyor insan kendine. Temkinli olmakta fayda var ama yine de bilmezlikten gelmek en güzeli. Çok irdelemek, deşip durmak faydalı olmuyor her şeye. Yanındakini karşına almaktan başka olanak sunulmuyor her seferinde. O yüzden yüzeysel her şey, o yüzden sorgusuz sualsiz kabul ediyoruz çoğu şeyi. Çünkü irdelersek, yüzleşirsek elimizden kayıp gideceğinden korkuyoruz. Farkındalık acı verse de saklambaç oynadığımız sığınaklardan çok daha güvenli aslında. Bir dolu yalanla beraber yürümektense, çok geç olmadan gördüğümüz gerçeklerden topuklarımızı arkamıza vura vura kaçmak daha mantıklı, daha faydalı daha temkinli, daha daha... Çünkü ne kadar kaçsak da o farkındalık, o gerçek hep içimizde. Tanımadığımız aynadaki yüz de yalanlarla yürüdüğümüz zamanları hatırlatıyor bize. Şimdiyse o zaman bilmediğimiz gerçekleri bilen gözümüzle bakıyoruz o üçüncü tekil kişiye, "Ne kadar da salaksın" diye. İşte bu salaklığın içimizde olduğunu bilmek rahatsız ediyor bizi. Tanımadığımız o yüzün ,öteki yüzümüzün, içimizde bir yerlerde barınan bir parçamız olmasından rahatsızlık duyuyoruz aslında. İçimizdeki en saklı bahçeler sadece bize özel. Değil başkalarının, kendimizin bile oraya girmesine izin vermiyoruz. O kapının gizli anahtarı nerede meçhul, asla açılmayacak bir Pandora kutusu barındırıyoruz derinlerde.
"Bir ben var benden öte" sözü de tam burada hayat buluyor işte:

Bir ben var benden öte bende,
Benliğimi kapladın her şeyinle

Ama bir ben var ki benden öte bende,
Ulaşılmaz derin bir yerlerde.

Bir ben var benden öte bende,
Çözümsüz matematik problemi misali

Bir ben var benden öte bende,
İstesen de giremezsin içeriye.

Bir ben var benden öte bende
Girsen de içeri çözemezsin o beni

Ben bile çözemedim ki o
Benden öte beni...




Kararsızlıklar

Kayboldum kararların arasında
Kararsızlıkların kenarında dolanıp duruyorum
Karar vermekle verememek arasında
Gidip gidip geliyorum

Zor mu? Çok değil
Kolay mı? Hiç değil
Şimdi ya da hiç
Püf noktası buradaki zamanlamada

Fikir değiştirirsen oyun biter
Çabuk karar ver ya da hiç bir şey söyleme
Ya şimdi ya değil
Şimdiyse söyle ya da hiç bir şey söyleme

Kararın ağırlığının altında ezileceksen
Hiç bu yola girme
Girmeye teşebbüs bile etme
Şimdi ya da hiç
Ya söyle ya da karar verme sus ebediyete.

5 Ekim 2012 Cuma

Kopya Moda

Aslında hepimiz modaya ayak uydurmak adına birbirimizin kopyası oluyoruz. Her dönemin, her yaşın kendine  göre bir "raconu, kılık kıyafeti" var. Örneğin liseye ilk girdiğimde herkesin ayağında olan beyaz Converse'leri gördüğümde çok saçma bularak, asla bu şekilde kopya modayı uygulamayacağımı düşünmüştüm. Bir sene sonraysa herkesin giydiği kıyafetlerin içinde buluverdim kendimi. Kısacık eteklerin altında dize kadar çekilen siyah çoraplarla uygulanmalıydı bu moda. Üstelik yepyeni Converse'ler itinayla pisletilir, eski bir görünüm vermeye çalışılırdı. Bir ara "kıçlık" diye tabir edilen kesik bluz altları ya da çarşaf gibi uzanan dar tişörtler modaydı. Herkes neredeyse eteğinin bittiği yere kadar bu "kıçlıklardan" takardı. Şimdi düşündüğümde herkesin yumurta popo gibi göründüğü bir modaymış. Sonradan aşırı bol giyinme modası ortaya çıktı. Hani çuval giyse yakışır derler ya, çuval giyse bile yakışacak güzellikteki insanları bile çirkinleştiren, erkek reyonlarından alınma yorganımsı bollukta tişörtler, sweatshirtler peydah oldu herkesin üzerinde. Belediye dağıtmışçasına herkesin kullandığı bir diğer moda da Blackberry'di. 2009 sıralarında mantar gibi yayılmaya başlayan bu tehlikeli ve bağımlılık yapıcı aleti uzun süre kullanmayı reddetsem de, sonunda ben de içimdeki "herkese uymalıyım modası" canavarını içimde tutmaktan vazgeçtim. Biraz meşakkatli de olsa bu modaya da ayak uydurdum. Tabi ki moda ortaya her zaman korkunç şeyler çıkarmıyordu. Bazen "herkeste varsa ben de almalıyım" anlayışının dışında da güzel görünen şeyler vardı piyasada. Ayı patisi gibi görünen Ugg'ları da unutmamalı. Güzel olmasa da yararlı modaya örnek olarak verebileceğim Ugg'lar, her ne kadar kaba dursa da, çok güzel ısıttığı yadsınamaz bir gerçek. Liseden sonra modası geçen ve gözden düşen Converse'lerin yerini Keds'ler ve Superga'lar aldı. Herkesin kopya gibi uyguladığı ancak aynı zamanda güzel de olan bir moda daha... Keds ve Superga'yı da ezici çoğunlukla geçen Toms'lar da kadın erkek demeden ayaklarda yerlerini aldılar. Üzücü olansa, yakışan yakışmayan herkesin giyimle ilgili modaya saldırmasıyla göz zevkimizin feci şekilde bozulması. Zamanında herkesin büyük bir coşkuyla abandığı Msn furyası son buldu ve Twitter'ın yaygınlaşması, Facebook'u bile solladı. Çok gereksiz diyerek eleştirenleri bile kendi içine çeken Twitter, bağımlılık yaratarak birinciliği kimseye kaptırmadı. Daha sonra güzelim Lap top'ların da pabucu dama atılarak bir İpad modası başladı. Telefonun kazulet versiyonuyla lap top bozması arasında bir yerlerde dolanan bu alet, son zamanlarda en çok kullanılan teknolojik aletler arasında. Neyse ki ihtiyacım olmadığı gerçeğini unutup, herkeste olan şeyi alma hastalığına bu konuda kapılmadım. Emektar Blackberry'leri de çabuk unutan zamane gençliği, son zamanlarda İphone 5 furyasına kapılmış durumda. Hele bazıları var ki, İphone olması değil en son çıkan model olması çok daha önemli onlar için. Gidilen çoğu mekan da aynı şekilde kopya modaya ayak uydurma amaçlı. Daha burada aklıma gelmeyen çoğu şey gibi... Tabi ki ihtiyacı olduğu ya da sadece beğendiği için bu modalara ayak uyduranlar da yok değil. Ancak bu durum herkesin sürü gibi kopya mıodasının peşinden gitmesini engellemiyor. Ve çoğu benim gibi düşünen kişiler de istisnalar dışında tükürdüğünü yalamakta. Günün birinde herkesten farklı olanların da dışlanmadığı bir moda anlayışının var olmasını diliyorum...

Küçükken Daha mı Mutluyduk?

Küçükken daha mı mutluyduk? Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var o da insanoğlunun -doğası gereği- hep elinde olmayana özendiğidir. Küçükken büyümek isteriz ama büyüdükten sonra o çok arzuladığımız şeye ulaşır mıyız? Bilinmez. Küçüklük her zaman daha masum, daha saf görünmüştür benim gözüme. İnsan içinde bulunduğu zamanın kıymetini bilmez. Zamanı ya geri almak ya da ileriye sarmak isteriz hep. Ne zaman ki küçüklük fotoğraflarımıza bakıp hüzünleniriz, gözümüzde geçen zamanın damlaları birikir; işte o zaman büyümüşüzdür. Küçükken mutlu olmak her zaman daha kolaymış gibi geliyor şimdi. Halbuki o zaman da mutsuz olacak bir şeyler bulmuşuzdur istemsiz. Çocukça tutturmalar geçirmişizdir illa ki. Lakin şimdiki zamanın içindeyken geçmişteki hatıraların hep güler yüzlü perdesini hatırlar, sahne arkasındakileri atarız hafızamızdan.

Ne zaman ki eski fotoğraflarda artık mazi olmuş kişileri anılara sarıp sarmalayıp dolapların köşelerine ittiğimizi görürüz, işte o zaman başlar küçüklüğe özlem. İnsan ne kadar küçük olursa, beklentileri de o kadar küçülür. Hayat daha küçüktür, ulaşılamaz hedefler yoktur. Bizi koruyup kollayan sıcacık kollar vardır etrafımızda. Büyüdükçe bu sıcak kollar yok olur birer birer. Yürüdüğümüz yolda bize yanı başımızda eşlik edenleri yavaş yavaş arkamızda bırakarak ilerleriz. Arkamıza bakıp artık bizimle yürüyen kimsenin kalmadığını gördüğümüzde başlar küçüklüğe özlem. Bu zamana kadar hiç aklımıza gelmeyen anılar üşüşmeye başlar birden. Her yerden türeyen bu özlem buram buram eskilik kokar. Antika şeyler hep daha kıymetlidir ya gözümüzde, şimdiki zamanın değeri de bu yüzden geçip gittikten sonra anlaşılacaktır.

İnsanoğlu sever ardına dönüp bakmayı. Bir zamanlar memnun olmadığı ancak sonradan orada olmayı hayal ettiği geçmişe bir selam çakar acılı gözlerle. Zaman ne geri gelir artık ne de büyümek tersine işler bu saatten sonra. Elde sadece güzel günlerin hatırası kalır. Henüz elimizdeyken gideceklerini bilmediğimiz hayaletler, bu buruk özlemle el ele verip bize geçmişe çağrı yapar. Ancak ne yapsak nafile. Kimse yakalayamaz geçen zamanı, elini tutamadan kayar sessizce. Bizde kalansa sadece bölük pörçük hatırlanan kırıntılarla, eski resimler olur bir köşede...

3 Ekim 2012 Çarşamba

Sen mi O mu ?

Bir ona bak bir kendine,
Yarışabilir misin ki?
Ondaki güç var mı sende?
Işıldar mısın kalabalığa girince sen de?

Ondaki berraklığa sahip olabilir misin?
Sen de onun gibi kendini fark edilir kılabilir misin?
Senin çöllerinde solarken en güzel çiçek,
Onun arka bahçesinde hayat buluyorsa, bu duruma alışabilir misin?

İnsanların korkulu bakışlarından kurtulabilir misin hemencecik, giderebilir misin endişeleri?
Isıtabilir misin en karanlık düşleri?
Doğabilir misin güneş gibi kederlerin en dibine?
Söyle sen de olabilir misin onun gibi?