31 Temmuz 2012 Salı

Kirli Palto


Görünmezdi sanki, insanlar o orada yokmuşçasına geçip gidiyorlardı ve hiç varolmamışçasına. Hatta kaçıyorlardı. Görmezden gelmek için görünmez at gözlükleriyle yürüyorlardı yolda. Ela anketördü. Kimsenin sevmediği, herkesin kaçtığı, vakit alan, sülük gibi yapışan insan damgası yediği bir meslek... O da bayılmıyordu bu duruma ama Ela değişiklikleri sevmezdi değişemezdi de. Hüznü sevmezdi çünkü duygu değişikliklerini sevmezdi. Duygu değişikliklerini sevmezdi çünkü alışkanlıklarından kopmayı sevmezdi. Farklı duygu farklı maske demekti. İnsanların ondan beklediği ifadenin maskesi. Suratında taşımaktan bıktığı, iğrendiği, sıradan insanların kopyası olan bir maskeydi o. Tıpkı çalışırken taktığı sahte gülücük saçan maske gibi. İçindeki nefreti, kızgınlığı, küçümsemeyi gizleyen maskesi; onun tek ailesi, tek yakınıydı şimdiye kadar. Her sabah sekizde kalkar, aceleyle banyo yapar, eline ne gelirse üstüne geçirir çıkardı evden. Bütün gün yüzünde aynı maske sokaklarda çalışırdı onu görmeyen insanların arasında. Akşam yedi oldu mu da evin yolunu tutar, köşedeki marketten alışverişini yapar kapanırdı eve. Kimseyi sevmezdi Ela. Belki de kimsenin de onu sevmediğini düşündüğü içindi. Yaraları yoktu diğer insanlar gibi, hataları pişmanlıkları yoktu onun. Sorumluluğunu aldığı biri, sırtında bir yükü yoktu. Düşünecek saçmalıkları üzülecek basit dertleri sarmıyordu etrafını. İçinden herkesi küçümser, dışından özenirdi. Ya da tam tersi. Yüze gülen olmaktansa arkadan vurmayı tercih etmişti hep, acı çekmeden önce acı çektirmişti. 
Her günkü rutinlerini tekrarlamadığı, alışkanlıklarını bozduğu o gün anlamalıydı bir şeyler olacağını. Taşıdığı maskenin ağırlığından yorulmuştu artık o yüzden de o gün evden çıkmamaya karar verdi. Tanımadığı insanların arasında kaybolmaya paydos verdi o günlük. Akşamüstü olduğunda hiç cevap vermediği telefonundaki mesajları dinlemeden çıktı evden. Evinin yakınındaki parkta ilk defa sıradan biriymiş gibi yürüyordu şimdi. Hava kararmaya başlamıştı. Bir banka oturdu sessizce. Uzakta gördüğü karaltıya anlam veremedi önce. Sonra hareket ettiğini hatta titrediğini gördü şaşırarak. Arkasını dönüp gitmeye karar verdi. Bugünlük bu kadar değişiklik, alışkanlıklardan bu kadar vazgeçiş yeterliydi. Bilinmezliğin karanlığındaki kör kuyuya anlamsızca yürümeye gerek yoktu. Ayağa kalktığında bir şey onu geri çevirdi. Ne olursa olsun o karaltının ne olduğunu çözmeliydi. Bu his içini kemirdi birkaç saniye. Karaltıya yaklaşınca onun 7-8 yaşlarında bir oğlan çocuğu olduğunu, üstüne oldukça büyük gelen yamalı pis bir paltoya sarınmış titremekte olduğunu gördü. Çocuğun omzuna dokundu hafifçe. Sıçramasından kendisi de korkan ürkek çocuk hemen ayaklandı. Koşmaya hazırlanırken Ela tuttu onu. 
-"Dur çocuk! Sana zarar vermem. Adın ne?" 
-"Adım yok benim. Ben kimseyim, kimsesizim." 
O anda Ela'nın içinde tanımlayamadığı daha önce hiç tatmadığı bir his belirdi: Acıma. Hiç tatmamış olsa da nefret ederdi bu duygudan. Bu duyguyu hissedenlerden de. Zayıftı hepsi. Bir gün kendisinin de tadacağını bilmeden böyle düşünürdü hep. Kendisinin de anlamlandıramadığı bir coşkuyla çocuğu kolundan tuttuğu gibi çekiştirmeye başladı. 
-"Seni eve götürüyorum açsındır." 
Çocuk şaşkın gözlerle ona bakarken yolu yarılamışlardı bile. O gece koltukta yattı Ela. Hayatında ilk defa birine acımış hatta onun için fedakarlık yapmış, yatağını vermişti. Sanki her şey rüyaydı. Bunca değişiklik, alışılmamışlık sabah uyandığında kaybolacak her şey yerli yerinde eskisi gibi olacak, kirli palto çamaşır makinesinden çocuk da yatağından gitmiş olacaktı. Ne yazık ki öyle olmadı. Ertesi gün hiçbir şey değişmemişti. Sonraki gün de, sonraki hafta da, sonraki ay da. Ela her akşam eve zevkle geliyor, çocukla vakit geçiriyor, onunla geziyor, onunla gülüyordu. Ne Ela bir şey sordu çocuğa ne de çocuk Ela'ya. Sanki ezelden beri birlikte yaşıyorlardı. Sanki Ela'nın onu parkta bulduğu gün hiç var olmamıştı. O güne dair tek iz şu an çöpte olan kirli paltoydu.
Ela'nın tek ailesi maskesi değildi artık. Paltoyla birlikte tek savunması olan maske de çöpteydi şimdi. Parktaki karşılaşmadan tam bir ay sonraydı. Çocuk için özenle döşediği odanın yapılmasından 26 gün sonra. O akşam Ela hiç yapmadığı bir şeyi daha yaptı. Bütün hayatını, düşündüklerini, korkularını, umursamazlığını, hissizliğini, alışkanlıklarına delicesine bağlılığını; tüm bunları gelişiyle yerle bir eden çocuğa anlattı. Bütün gardları inikti şimdi. Olmayan zayıflıkları, mutlulukları çarşaf çarşaf serilmişti önlerine. Çocuk her zaman yaptığı gibi sustu ve gülümsedi. Ela o akşam mutluluğu tattı, paylaşmanın sıcaklığını hissetti, sorumluluk almanın ağırlığını omuzlarına aldı. Sabah uyandığında her şey aynı kalsın istemiyordu artık. Sıkıcı, güvenilir, sabit alışkanlıklarına; değişebilir, acıtabilir ama şaşırtan, yaşadığını hissettiren farklılıkları tercih ediyordu. Ama bu sefer sabah uyandığında her şey eskisinden de aynıydı. O kadar aynıydı ki ne çocuk vardı yatağında ne birkaç parça takısı, ne köşe bucakta biriktirdiği parası, ne televizyonu ne de birkaç tane marka çantası. Çocuğun yokluğunu fark ettiğinde delicesine aramıştı her yeri. Belki de düşündüğünden az güvenmişti ona. O çok sevdiği, güvendiği alışkanlıkları; paylaşmanın mutluluğunu, değişimin verdiği heyecanı da alıp götürmüş; yerine hayal kırıklığını, pişmanlığı ve acıyı yollamıştı. Artık ne maskesi ne de çocuk vardı Ela'nın hayatında. Sadece bir ay önce alışkanlıklarıyla beraber çöpe attığı kirli, yamalı palto vardı. Çocuğun yattığı yerde bir tek boynu bükük o kalmıştı geriye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder