23 Temmuz 2012 Pazartesi

Kardan Serap




Karların içinden çıktı bir anda. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan hem de. O sırada kar topu oynayan kırmızı şapkalı küçük bir kızı ve gülümseyerek onu seyreden, dedesi olduğunu tahmin ettiğim, saçları en az üstüne bastığım kar kadar beyaz olan adamı izliyordum. Kendi dedemi anımsamaya çalıştım, olmadı. Ben daha dört yaşındayken kayan bir yıldız gibi kaybettiğim dedemi... Bizim onunla kar topu oynamaya hiç vaktimiz olmamıştı. Beraber parka gitmeye ya da beni kucağına oturtup masal anlatmasına da fırsat bulamamıştık. Bunun gibi her dedeyle torununun yapacağı nice şeye daha... Ben doğduğumda o bana sadece yattığı yerden bakabilecek kadar hastaydı çünkü. Yanına gidemezdim, ona dokunamazdım, sessiz ve uslu durmalıydım. Annemin bana hep söylediği şeylerdi bunlar. Kafamdan bunları geçirirken bir serap gibi çıkıverdi karşıma. Sanki rüyaydı. Binlerce kez beni gecenin bir yarısı uyandıran rüya... Onu en son gördüğümde yirmi yaşındaydım. "Üzülme" demişti bana, "Yine görüşeceğiz nasıl olsa." Ama görüşmedik. Onu son gördüğüm sokak benim lanetim oldu. Yıllarca oradan geçmemek için bir sürü bahane buldum. Gözlerimi kapadım, kulaklarımı tıkadım. Hatta o gün hafızama kazınan buram buram simit kokusunu ne zaman alsam uçurumların en dipsizine yuvarlandım çaresizce. Şimdi karşımdaydı işte. İri, kahverengi, nemli gözleriyle bana bakıyordu. Kaçmayı düşündüm. Onca yıl içimden, bir yerlerden çıkıp gelmesini istememe rağmen şimdi arkama bakmadan koşarak uzaklaşmak; sıcak, güvenli yatağıma sığınmak istiyordum. Kafamda kurduğum, planladığım hatta adım gibi ezberlediğim sözler buharlaşıp uçmuştu. Bana doğru gelirken ayaklarım yere mıhlanmıştı sanki. Kolumu bile kıpırdatamıyordum. Karşımdaki geçmişim, geleceğim, başlangıcım, sonum olmuştu. Beni derin kuyulara hapsetmiş, kendi kabusumun içine çekiyordu. Yanıma oturdu ve "Nasılsın?" dedi. Onca yıldan sonra ağzından çıkan tek bir soru... Hislerim geri gelmişti. Yanaklarım gözlerimden akan hayal kırıklığı, şaşkınlık ve kızgınlıkla ıslanıyor, dondurucu soğukta alev alev yanıyordu. Beklediğim günün bugün olmadığına karar verdim. Hatta o gün hiç gelmeyecekti. O anda anladım ki benim beklediğim o değildi artık. Ben yıllarca kalbimi kanatan bir rüyayı, kafamda yüzlerce kez kurup bozduğum bir hayali beklemiştim. Bu saatten sonra hiçbir şeyin önemi yoktu. Ne gittiğimiz yerlerin, ne güldüğümüz filmlerin, ne izlediğimiz kuşların ne de uyuduğumuz köşenin hiç bir anlamı yoktu benim için. O benim başımı okşayıp, arkasına bile bakmadan gittiği gün ölmüştü aslında. Şu anda yanımda oturan, varlığıyla beni şaşkına çeviren onun ölüsüydü, zamanda kaybolmuş ruhuydu sadece. Kafamı bile çevirmeden ayağa kalktım. Ayaklarım mıhlandıkları yerden hareket edebiliyordu artık. Şimdi kan bağımızı yok sayıp, hiçbir açıklama yapmadan gitme sırası bendeydi. O nasıl karların arasından çıkıp geldiyse, ben de o karların arasında kaybolup gidecektim sonsuzluğa doğru...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder