24 Temmuz 2012 Salı

Eylül Sabahı

Vapurda martılara simit atan dalgın adamdan başka kimsecikler yoktu. Usulca onu seyrediyordum. Dalgaların huzur verici sesiyle mayışmıştım. Tatlı bir esinti yüzümü yalıyordu. Eylül okulda beni bekliyordu. Akşamdan haberleşmiştik, beraber ders çalışacaktık. Gerçi bu benim bahanemdi. Eylül'le okulun ilk senesi tanışmıştık. Görür görmez de kapılmıştım hülyalı bakışlarına, bir daha da kopamadım. Çok yakın arkadaş olmuştuk, yani o öyle düşünüyordu. Bense içten içe seviyordum onu hem de deliler gibi. Her geçen gün daha da bağlanarak, daha da alışarak. İki gün önce karar verdim ona açılmaya. Okul bitmeden onunla konuşmalı, bu ızdıraba son vermeliydim artık. Bu yüzdendi o gün için erkenden sözleşmemiz.
Vapur iskeleye yanaşırken çarpınca kendime geldim. İçimdeki heyecanı bastıramıyordum. Beyazıt'a geldiğimde kalbim küt küt atıyordu. Gözlerim onun uzun saçlarını, narin bedenini aramaya koyuldu kalabalığın içinde.İşte oradaydı! El sallıyordu bana. İçimi ısıtan gülüşü bacaklarımın tir tir titremesine neden olmuştu. Ona doğru yürürken yıllardır kafamda kurduğum hayallerimi de yanımda taşıyordum. Sımsıkı sarıldı bana. Üniversitenin heybetli kapısından içeri girdik. "Önce medeni usulden başlayalım istersen." dedi. Ancak o zaman anladım kulaklarımı tıkayıp gözlerimi ona kilitleyerek kütüphaneye doğru yürümekte olduğumu. "Tamam" dedim "ama önce seninle konuşmalıyım." Meraklı gözlerle bana baktı. O birkaç saniyede zaman durdu sanki. Bugün bile hatırlarım henüz bir daha göremeyeceğimi bilmediğim o bakışları."Eylül" dedim "beni çok iyi tanırsın değil mi? Bir bakışımdan anlarsın ruhumdakileri, gülüşümden okursun kelimelerimi." Güldü, "evet" dedi "sen neysen ben oyum, ben neysem sen osun, öyle iyi anlarım seni." İçimde bir ümit ışığı yanmıştı. Sanki o da bu anı bekliyordu. Öyle içten bakıyordu gözlerime, öyle anlamlı... "Eylül ben.."
O sırada iri iri açılmış gözlerindeki korkuyu gördüm. Benden çok uzaklara yönelikti bu bakışlar. Daha ne olduğunu anlayamadan gürültülü bir kalabalık etrafımızı sardı. Havada taşlar, sopalar uçuşurken birbirimize tutunmaya çalışıyorduk. O günlerin şartları buydu. Alışkındım. Özellikle de arkadaşlarla yaptığımız eylemlerden oldukça aşinaydım bu durumlara. Yine de Eylül'ü koruma içgüdüsüyle sanki ilk defa böyle bir arbedenin içine düşmüşçesine telaşlıydım. Kendimden çok sakınırdım onu. Derken bir patlama sesi geldi.Etraf dumanla kaplandı. Göz gözü görmüyor, cılız iniltiler dışında hiç ses çıkmıyordu. Eylül'ün üstüne kapaklanmıştım. Etraf durulmuş, kalabalık dağılmıştı. Geçip gitmişti her şey. Etraftaki sis bulutu dağılınca fark ettim avluda kanlar içinde yatan onca insanı. Konuşamıyordum, kollarımın arasındaki sıcaklığı hissediyordum ancak bakmaya korkuyordum. Sonra bir ıslaklık hissettim. Çaresiz eğilip baktığımda Eylül'ün kanla kaplanmış o güzel saçlarını ve alnındaki derin yarayı gördüm. Gözlerini sanki uyur gibi kapamış, huzurlu bir şekilde tebessüm ediyor gibiydi.
O anda bütün hayallerimiz, hedeflerimiz, geceler boyunca yoldaşlarla yaptığımız toplantılarımız geldi aklıma. Eylül'ü kendi savaşımın bir parçasının ortasında kaybetmiştim. Hem de benden bağımsız olarak patlak veren bir savaş. Ulaşmak istediğim, hayalini kurduğum hayatın, merkezine oturttuğum kadına kavuşamadan, o ellerimin altından kayıp gitmişti. Öyle kolayca, öyle sakince, tam Eylül'üme göre... Onu herkesden sakınırken kendimden koruyamamış, kollarımın arasında yitirmiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder