22 Kasım 2012 Perşembe

Huzurlu Mavilik


Her neredeysen burası kapkaranlık, çok soğuk. Gözlerini kapat. Şimdi aç...

Issız bir sahildesin. Ayaklarının altında yumuşacık kumlar var. Karşında uçsuz bucaksız masmavi deniz... Tuzlu kokusunu içine çek, ciğerlerine dolsun bu mavilik. Yavaşça yürümeye başla hafifçe esen rüzgara baş kaldırarak. Sana tatlı tatlı dokunan rüzgarı arkanda bırak. Dalgaların sesini dinle, serinliğinin tenine değişini hisset.

Ruhun hafifçe havalanıyor sanki. Üstünden bir yük kalkıyor çok hafifsin artık. Bedenini sen taşımıyor gibisin. İleride çocuk sesleri duyuyorsun. Gülüşen insanlar var. Rengarenk plastik bir deniz topu havada uçup denize düşüyor usulca. Peşinden bir çocuk koşuyor gülerek. Dalgaların arasına atıyor kendini. Arkasında ona sevgiyle bakan annesini görüyorsun. Önlerinden geçiyorsun ama seni görmüyorlar. 

Biraz daha ilerliyorsun. Epeyce uzakta kayalıklar var. Oraya kadar yürümeye karar veriyorsun. Yürürken yanlışlıkla bir çocuğun kumdan kalesini dağıtıyorsun. Ama çocuk sana bakmıyor bile. Arkana dönüp baktığında kumdan kale yerinde duruyor. 

Rüzgarı arkana alıyorsun bu sefer. Etrafın neden bu kadar tenha olduğunu merak ederek yürümeye devam ediyorsun. Dalgalar ayağının dibine deminki plastik topu getiriyor. Elinden kaçıran çocuk yakalayamamış olmalı. Topu alıp etrafına bakınıyorsun. Çocuk koşarak sana doğru geliyor. Gülümseyerek topu ona uzatıyorsun ama o sanki sen hiç orada yokmuşsun gibi yanından geçip gidiyor. Bu hareketini anlamlandıramıyorsun. 

İlerlemeye devam ediyorsun. Sanki seni tutan hiç bir şey yokmuş gibi yürüyorsun. Bağlarından kurtulmuşsun. Kendini hiç bu kadar özgür hissetmedin. Kayalıklara yaklaştıkça bastığın yumuşak kumlar yerini acıtan çakıl taşlarına bırakıyor. Taşlar giderek keskinleşiyor. Her adımında canını biraz daha yakıyor. Bir süre sonra bu keskin yanma hissine dayanamıyorsun. Yürüdüğün yolda geriye baktığında kırmızı bir iz görüyorsun. Kendi kanın seni yol boyunca sinsice takip etmiş. Ayaklarının üstünde daha fazla duramayıp dizlerinin üzerine çöküyorsun.

O sırada telaşla bir şeye tutunuyorsun. Taş gibi sert ve soğuk ama taş değil. Eğilip baktığında bunun bir insan olduğunu fark ediyorsun. Panikle uzaklaşmak istiyorsun oradan. Huzurlu rüyan bir anda en korkunç kabusa dönüşüyor. Arkanda çığlıklar duyuyorsun. Bir grup insan sana doğru koşuyor. Hepsinin suratında şaşkın, panik olmuş bir ifade var. Onlara yol vermek için ayağa kalkmayı deniyorsun ama onlar sanki sen orada değilmişsin gibi önünden hatta sanki içinden geçerek ilerliyorlar. 

Az önce düştüğünde tutunduğun insanın yanındalar şimdi. Havaya bakıyorsun. Büyük siyah kuşlar acı acı çığlık atarak yukarıda cirit atıyorlar. Sanki ağıt yakıyor gibiler. Kalabalık yerde kanlar içinde yüzüstü yatan insanı ters çeviriyor yavaşça. Bakmak için başını aralarından uzatıyorsun. Uzaktan seni andırıyor. Biraz daha yaklaşıyorsun. Feri gitmiş açık gözleri aynı sen. Burnu, ağzı, hatta saçları her şeyiyle aynı sen. İkizin olsa bu kadar benzer.

"Kayalıklardan düşmüş olmalı!" diyor biri.

Haykırıyorsun. O sen değilsin! Haykırmaya devam ediyorsun ama kimse seni duyup da bakmıyor. Yerde yatan ikizine dokunmak istiyorsun. Ama demin üstünde olan hafiflik yerini yok oluşa bırakıyor. Etraf buğulanıyor sonra silikleşiyor. Bir sis bulutunun içinde kalıyorsun sanki. 

Gözlerini kapat. Şimdi aç...

Yerde yatan cansız bedenin gözlerinden bakıyorsun şimdi dünyaya. Tepene insanlar üşüşmüş. Kanın kokusunu alıyorsun buram buram. Bunlar son hissedişlerin. Denize kaydırıyorsun gözlerini. Son bir bakış atıyorsun mavi huzura. Daha fazla tutunamıyorsun. Kayıp gidiyorsun derinlere. Kulaklarındaki bağırışmalar hafif uğultular artık sadece. Görüntü bulanıklaşıyor. Veda ediyorsun bu huzurlu maviliğe ve dalga seslerine. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder